İnsan hayatının belli dönüm noktaları olur.
Bu anlara eşlik eden fikirler, mümkünse duygular, bunları derleyip toparlayıp sunan bir şarkıda, bir türküde özet bulur bazen durum…
Bir kaybın üzerinde yükselir bu anlar bazen, belki aynı şarkı bir başlangıcın önsözüdür.
Unuttuğun yerden dirilen türküler, seslerdir.
Ah Kazım…
Üniversite yıllarımın hatırasında en güzel, en özel seslerden biriydin sen.
Çok erken yitirdik seni de…
Çocuk yaşlarda başladığı müziğiyle bir tanınırlığı olan ama ülkenin tanıdığı bir ses haline, Nejat İşler ve Şevval Sam’ın başrollerinde olduğu Gülbeyaz dizisi ile gelen asi Karadeniz’in hassas oğlu…
Ne güzel diziydi; bir yanda canlandırdığı her karaktere kendi hayat felsefesini yedirmiş Nejat İşler, bir yanda sesiyle Şevval Sam ve dizinin en can alıcı sahnelerine müziğiyle, sesiyle eşlik eden Kazım Koyuncu.
Kazım yetiştiği topraklardaki köklerine sıkı sıkıya bağlı ama müziğini evrensel alt yapılarla desteklemekten kaçınmamış.
Tsira benim için en özel şarkılarından biri.
Hissettirdiği duygu yoğunluğunun tarifi yok.
Karadeniz’in o hırçın dalgalarına teslim olmuş bir küçük kayığım dinlerken.
Umurumda değil nereye sürüklendiğim…
Su ne yapacağını bilir.
Kullanılan enstrümanlara bakarsak Kazım’ın müzikal anlamda bir yöreye has müzik aletleriyle sınırlı kalmadan da köklerini nasıl aynı ve hisli bir şekilde başarıyla temsil edebildiğini görebiliriz.
Diziden sonra çıkarttığı iki albümüyle de büyük başarı elde etti.
Kazım, müzikal hayatının zirvesinde kansere yenik düştü, 33 yaşında!
Onu yeni bulmuş olan her insanın içinde, yeri dolmayacak bir ses eksildi.
Şüphesiz büyük bir yol açtı ama ardından gelenler bir Kazım değil!
Kazım’ın genç yaşta kansere yenik düşmesi esasında Karadeniz’e kabus gibi çöken bir olayın da tekrar konuşulmasını sağladı.
Çernobil faciası…
Dönemin Sovyetler Birliği’ne bağlı Ukrayna’nın Pripyat şehrinde meydana gelen Nükleer patlama, sadece bölgeyi değil etrafında yer alan ülkeleri de ciddi şekilde etkilemişti.
Nükleer Santrallere şiddetle karşı çıkılması için sadece bu olay ve Hiroşima’ya atılan atom bombalarının etkilerine bakmak yeterli!
Canlılar üzerinde on yıllara yayılan bir etkiden bahsediyoruz.
Eksik uzuvlar, organlar, değişime uğramış börtü böcek, bitki…
Ukrayna’da yaşanan patlamanın etkisi Karadeniz’i es geçmedi.
Orada doğan çocukların sağlıklarını, yetişen çayı, fındığı, gri bulutlarından düşen yağmurun saflığını etkiledi.
Türkiye, ihracatının önemli bir ürünü olan fındığı yıllarca satamadı.
Satamadığı fındığı ne mi yaptılar?
İlkokul sıralarında olan biz masumlara yedirdiler.
Bunun sonuçlarını, anlattıklarımı hatırlayan her birey sorgulasın; sağlık anlamında erken yaşlarda neler yaşadınız?
Mesela benim iyi huylu tümör aldırmışlığım var.
Sebep yediğim nükleer etkili fındıklar mıydı yoksa bedenim olumsuzluğu bir köşede biriktirip top mu yapıyor bilmiyorum ama Kazım’ın çocukluğu Karadeniz’in üzerine çöken kabusla örtüşüyor.
İnsanoğlunun doğaya bu kafa tutuşu beni delirtiyor.
Varoluşun buna bağlıyken, bile bile yok etmeye çalışmanın nasıl bir açıklaması olabilir?
Yok!
Kazım’ın erkenden sönen o duygulu sesi bana çok şeyi sorgulatıyor.
Bulutların üzerinde, bulutun içinde yeşil ve griden oluşan bir zirvede Kazım; yeşili sönmeye başlayan Karadeniz yaylaları gibi…
Erken kaybediliyor.
Kazım inandığı doğruları ifade etmenin yolunu müziğiyle bulan, derdi herkes olan güzel yürekli bir insan olarak, çok güzel izler bırakarak göçtü.
İnsan yüreğinin devrimine inandı.
Orada gerçekleşen devrim hayattı…
"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."
Sen ‘İşte gidiyorum’ deyip gittikten sonra neler oldu Kazım…
Bunlara şahit olmaman belki de daha iyi oldu kim bilir?
Biz de yaşıyor muyuz bilmiyoruz.
Benim de yıllar öncesinden eski bir dost gibi gelen sesinle anılar düştü peşime işte böyle…
‘Bir sevgi yaratmak ve o sevgiyi büyütmek lazım.’
Kazım Koyuncu
Anısına…