Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

Zeytinin ardı: Yemesi kadar kolay değil

Haber Giriş Tarihi: 23.12.2020 15:46
Haber Güncellenme Tarihi: 23.12.2020 15:49
Kaynak: Haber Merkezi
Haberyazilimi.com
Zeytinin ardı: Yemesi kadar kolay değil

Buzdolabınızdan neyi eksik etmezsiniz diye sorsak, alacağımız cevapların başında zeytin gelecek hiç kuşkusuz. Peki sofralarımızdan eksik etmediğimiz, masadan kalkarken son lokma olarak ağzımıza attığımız zeytinin ardına bakmayı düşündünüz mü?

Yaşanılabilir dünya kurabilmenin ilk koşulu; hayatı kavrayabilmek, hayatı kavrayabilmenin yegâne koşulu ise metaya doğru bakabilmektir. İnsan ancak bir ürüne bakıp onun arkasındaki hikâyeyi görebildiğinde kendi insanlığını koruyabilir. Yani bir zeytine bakıp onun arkasındaki emeği, sömürüyü, hayatın olağan akışı saydığımız trajediyi gördüğümüzde insanın insanca yaşayabileceği bir dünyanın hayali gerçek olur.

Biz de geçtiğimiz günlerde Eşkelli zeytin üreticilerinin konuğu olduk ve zeytinciliği bir de onların ağzından dinleyelim dedik.

Zeytinciliğe dair duyduğumuz ilk şey, üreticinin bıkmışlığıydı. Konuştuğumuz bütün üreticiler zeytinciliğe dair umudunu kaybetmiş, bu işte bir gelecek göremiyorlardı. Oysa Eşkelliler 80’li yıllardan beri geçimini büyük oranda zeytincilikten sağlamış, çocuklarını hasat parasıyla okutmuş, oğullarını-kızlarını zeytinin bereketiyle evlendirmiş, yuvalarını zeytinin gölgesinde kurmuştu. Zeytinciliği babalarından devralan üreticiler, şimdi çocuklarının bu işi yapması yerine şehre gidip asgari ücretle çalışmasını çok daha cazip buluyor. Onları bu noktaya getiren şey ise zeytinin bereketinden geriye külfetinin kalması.

Dünyaya barışı getiren zeytin, çiftçiye umut olmuyor!

Zeytincilerle konuştuğumuzda hepsinin ortak bir derdi var: “Giderimiz artarken gelirimiz aynı oranda düşüyor.” Zirai gübre ve ilaç fiyatlarındaki fahiş artışlar üreticinin giderini artırıyor, ama bu artışla aynı oranda kazanç getirmiyor. Üretici, “Yardım değil, bu fiyatlara hükümetin indirim yapmasını istiyoruz.” diyor ve ekliyor, “Zenginin keyfi için kullandığı yatın mazotu, bizim üretim için kullandığımız mazottan daha ucuz.”

Zeytin cennetine kaçak giriş

Zeytincinin dikkat çektiği diğer bir konu ise zeytin ve zeytinyağı ithalatı. Son dönemlerde Tunus, Cezayir ve Suriye gibi ülkelerden yapılan zeytinyağı ithalatı, tüketicinin sofrasına ucuz ama kalitesiz ürünün girmesine sebep olur diyorlar. Ucuz değil, kalitesiz zeytinyağı yememizden yana değiller aslında. Çünkü yerli üreticinin ürettiği zeytinyağı için yapılan kontroller, ithal yağlar için geçerli değil. Yani marketlerin indirim reyonunda 10 liraya aldığımız zeytinyağının zeytinyağlığı da meçhul.

Tarım politikası yok değil, sinsi!

Hükümetin tarım politikalarını soruyoruz üreticiye, cevabı da aynı netlikte geliyor. “Tarım politikamız yok derler ama öyle değil. Bir tarım politikamız var ama sinsi bir tarım politikamız var.” diyor üretici. Son yıllarda yapılan özelleştirmeler, zeytini de vurmuş. Tekel’in özelleştirilmesiyle beraber tarım dışı kalan alanlara çiftçiler zeytin ekmeye başlamış. Aynı durum şekerpancarı için de geçerli. Bu durumda üretici soruyor: “Zeytin ekimi artarken, ithalat da aynı zamanda nasıl artıyor?” Sorusunun cevabını yine kendisi veriyor: “Tezatlar üzerine kurulu düzenin tarım politikaları da tezat olur.” Tarımdan gelir elde edemez hale gelen çiftçiler de çareyi şehirde buluyor. Çiftçinin mutsuzluğu üzerine, fabrika patronunun mutluluğu kuruluyor. Çünkü kente giden her bir kişi, potansiyel fabrika işçisi olarak saflarda yerini alıyor.

İşçiye gün doğmuyor

Yönümüzü bu kez de zeytin işçisine dönüyoruz. Orası ayrı hikâye. İşçilerin günlük yevmiyesi 110 – 135 TL arasında değişiyor. Silkeleme makinesi kullanabilenler ise 150 TL alıyor. Ki zaten makineyi de genellikle erkekler kullanabiliyor. Bu paranın da tamamı cebine girmiyor elbette. Dayıbaşı komisyonu ve yol parası kesilince eline 80 TL kalıyor bir işçinin. Oysa sabahın 5’inde kalkıyor, 6’da yola çıkıp eve anca akşam 8’de girebiliyorlar. Kazandıkları yalnızca akşam sofralarında pişecek yemeğe yetiyor, zaten fazlasını yapmaya ne imkân var ne de zaman.

Afganistan’dan 40 yıl önce Türkiye’ye gelen 60 yaşında bir kadınla karşılaşıyoruz ağacın tepesinde. “Düşmeyeyim yeter bana.” diyor ve devam ediyor, “Ne iş olsa yaparım; şeftali de toplarım, zeytin de!” Zeytinin ardına bakmak, 60 yaşında bir kadına bu cümleyi kurduran düzeni de sorgulamaktır aynı zamanda.  Yahut, mesai sonunda kendini bir cipsle ödüllendiren 12 yaşında çocuğun ödülü bu mudur diye sormaktır. Tarlada çalışan çocuk işçiye kitap hediye edenlere bu soruyu sormanın pek de anlamı yok aslında. Onlara göre mesai sonrası yorgun argın bir çocuğun cips yemesi oldukça romantik bir durumdur, üzerine duygusal güzellemeler de yapılabilir. İşçilere “Evinize zeytinyağı alabiliyor musunuz?” diye soruyoruz. “Bazen alıyoruz, bazen alamıyoruz.” oluyor cevabı. Biz gözümüzü Afrika’daki kakao işçilerinin hiç çikolata yemeyişine çevirmişken, sırtımızı yalnızca birkaç kilometre ötemizdeki işçilere dönmüşüz. 

Üretici çalıştırdığı işçinin çalışmasını beğenmiyor, işçi aldığı parayı. Üretici ben kazanamıyorum ki onlara vereyim diyor, işçi bu paraya daha ne kadar çalışayım diyor. Son noktayı ise genç bir Roman işçi koyuyor: Zeytin öyle bi’ lokmada yemeye benzemez!

Tam da o Roman gencin dediği gibi… Zeytin öyle bi’ lokmada yemeye benzemiyor. Küçücük bir zeytin tanesinin arkasında ayların emeği, üreticinin isyanı, işçinin alnının terinden sömürülmüş emeği, mültecinin çaresizliği, çocuk işçinin ödül cipsi var. O yüzden bizi insan yapacak, insanlığı onuruyla beraber geleceğe taşıyacak şey zeytinin ardına bakabilmektir. Zeytinin ardında ise yukarıda sözünü ettiğimiz sömürüden başka bir şey yoktur.

BursaMuhalif.com/ Zehra Değirmenci

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.