Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

Tembellik: Özgürlüğe giden yol

Yazının Giriş Tarihi: 10.12.2025 13:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.12.2025 13:23

Optimum medicamentum quies est”

Tembelliği şimdiye kadar iki farklı yazıyla sarih bir biçimde ele aldık ancak; tembelliği yeterince de övmedik. Elbette tembellik teması altında ele alınan konu ve sorunlar, üzerine çok daha ciddi çalışılması ve tartışılması gereken başlıklar. Çünkü Türkiye’nin bugünkü en büyük sorunları -aslında bir bakıma dünya ile paralel bir şekilde- tembellikten bahsettiğimiz hemen her noktada istemesek de değinmek zorunda olduğumuz konular. Gençlerin işsizliği, fakirleşme, eğitim kalitesindeki düşüş, kapitalizmin insanların manevi dünyasına etkileri…

Tembelliğe nereden bakmamız gerektiğini net bir şekilde belirlememiz gerekiyor. Çünkü tembellik, çoğunlukla olumsuz çağrışım yapan bir sözcük. Ancak gerçekten de o kadar kötü mü? Tembel TDK sözlüğe göre: “sıfat İş görmeyi, çalışmayı sevmeyen, çaba göstermekten, sıkıntıdan kaçan (kimse); ağırcanlı, haymana”

Her şeye doğadan başlamak gerek, doğa; sonsuz zenginliğini hiç sakınmadan, cömertçe bizlerle paylaştı. Kaç parası olursa olsun insanın, hiçbir zaman doğadan zengin değildir, olabilmesi de mümkün değildir. İnsanın tüm temel ihtiyaçları -şu ya da bu biçimde- mutlaka doğadan sağlanır. Peki doğa bize her şeyini vermekte bu kadar cömertse biz neden bu kadar vefasız, ondan da öte doğaya ihanet halindeyiz?

Tüm hikâyeye baştan başlayalım. Doğa bize ihtiyacımız olan hemen her şeyi doğrudan ya da dolaylı bir biçimde verdi. Acıktığımızda bir dala uzanıp, elma, armut, incir yiyebiliyorduk. Çalışmak bundan ibaretti. Aradan zaman geçti, ateşi bulduk. Ateşle beraber pişirmeyi öğrendik. Doğa bize daha fazlasını verdi -burada vegan/vejetaryenlerin diyet tercihine saygı duyduğumu ancak daha kapsayıcı bir perspektiften bakmam gerektiğini belirtmek isterim-. O zamanlar amacımız sadece kendimizi ve evimizi doyurmaktı. Mesaimiz de ava gitmek ya da doğanın bize verdiklerini toplamaktan ibaretti. Biz dahasını istedik. Hepsinden öte konfor istedik. Sığınmaktan vazgeçtik ve barınmaya geçtik. Evler yaptık, köyler inşa ettik. “Zaman” diye bir şey fark ettik. “Bugün doyduk ama ya yarın?” dedik. Çanak çömlek yapmayı icat ettik, tarım yapmayı keşfettik. “Bu tarla benim, o tarla senin” dedik. Depolamayı, ardından depomuzu korumak için savaşmayı öğrendik. Kavga ettik, savaştık. Önce ticaret yapmaya, ardından anlam aramaya başladık. Şan, şeref, övgü, değer, etik, ahlak geliştirdik. Toplumsal anlamda statüler inşa ettik. Artık herkes birbiriyle eşit değildi. Birileri zengin, birileri fakir, birileri şanlı, birileri şerefsizdi. Önce mülkiyeti sonra hırsızlığı keşfettik. Egemenlik sahamız genişledikçe “Daha ne var?” diye sormaya başladık ve kıtalar ötesini keşfettik. Doymadık, doyamadık. Yarınları değil, on yıllar, yüz yıllar sonrasını düşünmeyi keşfettik. Yetti mi? Yetmedi tabi ki! Ticaretten ötürü iletişimi keşfettik, iletişimden ötürü arz ve talebi keşfettik ve dolayısıyla da sanayiyi icat ettik. Daha fazla üretelim dedik. Bir noktada doğayı da yendik. Doğayı yendiğimiz yere de “Hümanizm” dedik.

Hümanistlik, ne güzel sözcük! Haddizatında değil. Hümanizm, ilginç bir şekilde, insanın failliğini, sorumlu olmasını işaret eden bir kavram. Ancak biz insan-severlik olarak değerlendirdik ve anlamamayı yeğledik.

Sanayi geliştikçe “Modern” olduk, hepimizin, toplum nezdinde kabul gören meslekleri oldu. Hele 20. Yüzyılın sonları ve 21. Yüzyılın başlarında çıldırdık unvanlarımız olacak diye. Çünkü emeğimizi peşkeş çektiğimizi, doğanın bize halihazırda verdiklerini reddedip insanın verdikleriyle yetinmeye çalıştığımızı, bunu da ya parayla ya da unvanla meşrulaştırdığımızı zaten biliyoruz. Hepimiz, daha fazlanın peşindeyiz, hala, atalarımızın yaptığı gibi…

Aslında birileri, doğanın bize verdikleriyle bizim aramızda sadece “komisyoncu” vazifesi görüyor. Biz ise yarattığımız bu sahnede kendimize biçilen -şanslıysak edindiğimiz- rolü, en iyi şekilde oynayıp kutsanmayı bekliyoruz. Ancak, doğa zaten bize, istediğimiz her şeyi sadece “yeterli çaba” ile vermiyor muydu? Neden biz yeterinden fazla çaba ile yeterinden azına razı oluyoruz?

Anlam, insanın en büyük motivasyonu ve bence en büyük düşmanı… Hepimizin hayatı anlamlı olmalı, her şeyin bir anlamı olmalı… Çünkü analitik, rasyonel tarafımız anlam için bize yalvarıyor. Hayat anlamlı olmalı ki, ölüm anlamlı olmalı… Ölümün, bir anlamı olmalı ki, kabullenebilelim. Shakespeare Hamlet eserinde, o meşhur “Olmak ya da olmamak” tiradını nasıl sürdürüyor bakalım:


Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar
” (çeviren: Sabahattin Eyüboğlu)

Anlam arayışı, ölümün farkındalığı, daha fazlasını istemek… İşte gelişmemiz insanlık olarak burada tıkanıyor. Çünkü servet birtakım kimselerde birikirken, biz doğaya yabancılaşıyoruz. Bugün savaşımız çok daha farklı ve daha -görece- anlamsızlaşıyor. Daha fazlasını istiyorken etik duvarlara takılıyor ya da arz-talep dengesizliğinden ötürü sistemde kendimize yer bulamıyoruz. Belki de yapılması gereken sadece doğaya dönmek ve daha azını istemekten fazlası değildir. Anlam arayışı, insanı özgürleştirmek için değil, çoğu zaman köleleştirmek için çalışıyor ve belki de özgürlüğe giden yol, daha azına razı olmaktan değil; daha azıyla yetinebilmeyi yeniden öğrenmekten geçiyordur. Sonuç olarak modern tembellik bir kusur değil, sistemsel bir sapmanın sonucudur.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.