İpek böceği denince akla Bursa gelir. Bursa ile İpek böceğinin tarihsel gelişimi ayrı düşünülemez. Birbirlerinin kaderini, geçmişini, gelişimini belirlemişlerdir.
İpek böceğinin anavatanı Çin’dir. İpek böceğine dair en eski bulgular MÖ 6000’li yıllara dayanmaktadır. İpeğin kozadan çıkarılıp kumaş olarak dokunmasına ise MÖ 2600 yıllarında yine Çin’de başlanmıştır. Çin ülkeye prestij ve gelir sağlayan bu kaynağı uzun süre gizli tutmuş ve ülke dışına çıkmasına izin vermemiştir.
Rivayete göre Bizans kralı ipeğin sırrının çözülmesi için iki rahibi misyoner görünümünde Çin’e gönderir. Yine söylenceye göre Bizanslı keşişler Çin’de ipek böceğinin yetiştirilme aşamalarını öğrenir ve yumurtalarını asaları içinde kaçırarak Bizans imparatoruna getirirler.
MS 500’lü yıllarda ipek böceği Bursa başta olmak üzere Marmara Bölgesi’nde yayılmaya başlar.
1895 yılında Bursa’ya gelen yazar Şerefeddin Mağmumi;** Bursa ve kadın işçiler hakkında şunları yazar: “Kentte binlerce kişi iplik ile geçimini sağlamaktadır. Yüksek bir yerden Bursa'ya bakılacak olunursa birçok baca görülür. Bu bacaların tümü fabrikalara aittir. Her fabrikada kadın ve kız olmak üzere yüzlerce işçi çalışır.”
Mağmumi günümüzden yüz otuz yıl önce bu satırları yazmıştı. Bugün de Uludağ’ın eteğinde yüksek bir yere çıkıp Bursa ovasına baktığımızda göreceğimiz manzara farklı değildir. Dört bir yanı sarmış organize sanayi bölgeleri içinde kalan Bursa’da, kara kara dumanlar göğe doğru yükselmeye devam etmektedir. Birçok tekstil fabrikası bulunmakta ve kadın işçiler istihdam edilmektedir.
Takvim yaprakları 29 Aralık 2005 tarihini gösteriyordu. Uludağ bembeyaz kar örtüsünü giymişti. Hava buz gibi, ayaz mı ayazdı. Günün ışımasıyla birlikte sıcak yatağından kalkan kadın, okula gidecek çocuğuna kahvaltı hazırlamak ve evdekilerin karnını doyurmak telaşına düştü. Hızlı olmalıydı, çünkü fabrikaya yetişmek zorundaydı. İşlerini bitirip telaşla evden çıktı.
Yine aynı saatlerde Bursa ovasına yayılmış bir mahalledeki bir evde küçük bir kız çocuğu derin uykusundan uyanmak istemedi. Daha uykuya yeni dalmış gibiydi. Geç vakit eve geldiğinde gece yarısı olmuştu. Hemen karnını doyurmuş ve yatmıştı. Ama uykusunu alamamıştı. Zar zor kalktı yataktan, üzerinde on beş yaşında olmanın tazeliği ve inceliği vardı. Bir bardak çay içti ve yola düştü. Yaşıtları okul yolunda koşarken, o fabrikanın elyaf kokan soluğunu içine çekecekti.
Uludağ’a yaslanmış bir evde, karnında kıpırdanmayı hissederek uyandı başka bir kadın. Yavaşcana kalktı yataktan. Pencerenin önüne geldi, bir süre çatılardan sarkan sarkıtları izledi. Gittikçe büyüyen karnını okşadı. İçinde bir canlı taşımanın heyecanıyla mutfağa geçti. Birazdan yola düşmeliydi. Kendini iyi hissettiği sürece, işe gitmeye karar vermişti.
Yürüyerek gelenler, dolmuştan inenler fabrikanın önünde buluştu. Soğuktan ellerini ovuştura ovuştura, şakalaşmalar eşliğinde demir kapıdan girdiler. Çoğunluğu genç kadın işçiydi. Gün kısa ama mesai uzundu. Sabah neşe içinde girdikleri fabrikadan bir de çıkışları vardı. Akşamüzeri, belki de gece yarısı; bıkkın, yorgun, dizlerinde derman kalmadan, gözlerinde yaşam belirtisi olmadan evlerine döneceklerdi.
Fabrika Bursa’ya bağlı Yaylacık beldesindeydi. Elyaf ve yatak üretimi yapılan fabrikada, o gün gündüz vardiyasındaki işçiler de mesaiye kaldı. Vakit gece yarısı olmuştu. Dışarısı soğuk, ama fabrika sıcaktı. Elyaf kokusu yerini kül kokusuna bırakmıştı. Kısa zaman sonra büyük bir yangın çıktığı anlaşıldı. Yangın tüm fabrikayı sardı. Bu esnada büyük bir patlama meydana geldi. Fabrikanın dış kapısı kilitliydi.
Yangında biri on beş, diğeri on yedi yaşında iki çocuk işçi, yirmi bir ve yirmi yedi yaşında iki kadın işçi ve 32 yaşında hamile bir kadın işçi hayatını kaybetti.
İşyerinde yangın çıkma ihtimaline karşı alınmış tedbir yoktu. Yeterli yangın söndürücü yoktu. Elyaf, sünger gibi yanıcı maddeler vardı. Gece 8 saatten fazla çalışmak yasak olmasına rağmen, yanan işçi kadınlar 16 saat çalıştırılıyordu. Gece 18 yaşın altında işçi çalıştırmak yasak olmasına rağmen çocuklar çalıştırılıyordu. Çocuk işçilerin sigortası yoktu.
Evlerine ekmek götürmek için geldikleri fabrikada; beş kadın işçi sendikasız, sigortasız, güvencesiz, düşük ücretlerle, insanlık dışı koşullarda çalışırken canlarını verdiler.
Şimdi biraz geçmişe, tam yüz on beş yıl öncesinin Bursa’sına uzanalım. Bursa o yıllarda da tekstil sanayinin merkezidir. Sanayi ipek üretimi üzerine kuruludur. Sektörün lokomotifi kadın işçilerdir.
Önceki zamanlarda kol emeğine dayalı olan ipek üretimi makineleşmenin etkisiyle atölye ve fabrikalara kaymıştır. Bu fabrikalarda çalışan işçilerin yüzde doksan beşi kadındır. Rum, Ermeni ve Türk işçi kadınların önemli bir kısmı da çocuk işçidir. Kadınların çoğu günlük 2-3 kuruşa, bazıları ise ancak 5 kuruşa çalışmaktadır. Çalışma saatleri günde 14-16 saate kadar uzamaktadır.
Bursa’lı kadın işçilerin o yıllardaki çalışma koşullarını Refik Halit Karay“Sus Payı” öyküsünde şu şekilde anlatır.
“Bir gün kırmızı kurdelesinin süslediği ipek saçlar altında sevine sevine, neşeli, kuvvetli gelen yeniler, bir iki yıl sonra güçsüz ayaklarını, nalçalı kunduralarını taş kaldırımlar üstünde zorla sürükleyerek kulübelerine çekilirlerdi. Ağrıyan başlarını, yanan göğüslerini dinlendirmek için yalnız altı saat süreleri vardı; gülmek ve konuşmak için değil!”
Edebiyat metinlerine de yansıyan bu sömürü düzenine işçi kadınlar sessiz kalmadı. 1910 yılının Ağustos ayında Bursa’da 3 bin ipek işçisi greve çıktı. Kozahan’ın yanındaki Ulucami meydanında yaptıkları eylemle taleplerini dile getirdi. Kadın işçiler; çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin 8-10 kuruşa çıkarılması, en az bir saatlik öğle yemeği molası, işe alınmalarda kolaylık gösterilmesini istiyordu. Bu grev Osmanlı’daki ilk kadın grevi olarak tarihe geçti.
Bursa’daki kadınların grev yaptığı yıl, Avrupa’da farklı gelişmeler yaşanır. Aynı yıla denk gelen tarihsel bir çakışma olmuştur. 1910 yılında Alman sosyalist bir kadın olan Clara Zetkin “II. Enternasyonal”e, 8 Mart’ın kadınlar günü olarak kutlanmasını önerir. Çünkü 8 Mart, 1857’de New York’ta dokumacı kadınların yanarak öldürüldüğü gündür.
New York’tan Bursa’ya değişen bir şey yoktur. Tıpkı 148 yıl New York’ta olduğu gibi, Bursa’da kadın işçiler de yanarak can vermiştir.
Coğrafyalar ve tarihler farklıdır ancak kadınların ve kadın işçilerin çektiği acılar ve sömürü çarkı değişmemektedir.
*Bestelenmiş bir marşın bazı dizeleri. Yazarına rastlayamadım.
**Osmanlı’dan Günümüze Bursa’da Emek ve Örgütlenme. Ozan Kaplanoğlu-Raif Kaplanoğlu
Kaynak: Haber Merkezi