Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

Gerçekliğin sonu ve inancın zaferi

Yazının Giriş Tarihi: 11.11.2025 09:45
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.11.2025 09:46

“Veritas odium parit”

“Bence”, bence bugünün en ciddi problemlerinden biri. İnsan nüfusu kadar fazla alternatif gerçek var. Hepimizin “Bence” adı verilen, tapındığımız ve aşılamaz bariyerle koruduğumuz görüşlerimiz var. Dahası, gerçekten de öznel bir şekilde değerlendirecek olursak, hepimiz kendimizce haklıyız. Çünkü, gerçekliğin zihnimizde oluşturduğu imajlar, şu ya da bu biçimde gerçeklikten pay almış ve zihnimizde düşüncelerimizle yoğrulmuş imajlar. Somutlaştırmak gerekirse, herhangi bir gündelik olayı ele alalım. Bir olayın tek bir biçimde gerçekleştiğini varsayalım; ama tanıkları kadar farklı anlatımı olur. Gerçeklik, bu anlatımların toplamında çözülür. Genelde bu tip durumlarda olayı olabildiğince nesnel olarak anlamak için birden fazla kişiden dinlemek gerekir.

Peki o zaman nesnel gerçekliği bulabilir miyiz? Bulabilirsek nasıl? Aslında aksiyomlar burada çok iş görür. Mantığın ve matematiğin kuralları kişiden kişiye esnemez. Sonucu beğenmemiz ya da beğenmememiz hiçbir anlam ifade etmez. Aksine olabilecek en net gerçekliğe ulaşmamızı ve fizik dünyayı olabildiğince nesnel olarak algılamamıza yardımcı olur. Özellikle fen bilimlerinde bu nesnel gerçeklik beşerî bilimlere göre katı olmak zorundadır. Çünkü, “Bence su deniz seviyesinde doksan derecede kaynar.” Diye bir önerme olamaz. Rasyonel ve objektif gerçeklik olmadan fizik dünyayı açıklayamayız.

Beşerî bilimlere gelince ise, konusu beşer olan hemen her çalışma alanında irrasyonellik söz konusudur. Kapsayıcı tanımlamalar yapılabilse de fen bilimlerine göre daha esnektir. Çünkü, var olan fizik dünyanın kurallarını izah etmek yerine irrasyonel de olabilen insanı basmakalıp davranış desenleriyle açıklayamıyoruz. Daha çok kapsayıcı tanımlar ile açıklamaya çalışıyoruz.

Buradan hareketle, hepimiz aynı ideolojik mahallede bile olsak ideolojiyi, kendi mizacımıza göre algılıyoruz. Dolayısıyla da kişilerin ideolojileri salt rasyonel gerekçelerin de ötesinde duygusal temellidir demek yanlış olmaz. Bir yere ait olmak bu bağlamda güvenlidir. Kimliğimizi inşa ederken, sosyal uyum ihtiyacımız nedeniyle aykırı olmak yerine, kimliği üzerimize geçirip ardından ona uygun davranmaya çalışmak son derece güvenli gelir. Bu durum da her ne olursa olsun ideolojilerin görece irrasyonel ve öznel algılandığı anlamına gelir. Daha iddialı söylemek gerekirse, hiçbirimiz salt doktrinsel olarak bir ideolojiye ait olamayız. Çünkü hiçbirimiz bunu yapabilecek kadar rasyonel ve tutarlı olamayız.

Fizik dünyayı algılamak için fen bilimlerine duyduğumuz ihtiyaç kadar sosyal bilimlere de muhtacız. Fizik dünya ne kadar nesnel açıklanırsa açıklansın, yalnızca bir görüntüden ibaret olmadığını bilemeyiz. Descartes’ın Cogito’suna çok girmeden şöyle özetleyebiliriz, hiç kimse bir başka kimsenin zihnini deneyimleyemez. Dolayısıyla fizik dünyanın bir aldatmaca mı yoksa materyal bir gerçek mi olduğunu bilemeyiz, varsayabiliriz.

Nesne devamlılığı bebekken kazandığımız bir algılama yetisidir. Yaşımıza gelince, gözümüzün önünden giden bir nesnenin var olmaya devam ettiğini artık öğreniriz. Ancak yetişkin olunca bu nesne devamlılığından şüphe edebiliriz sadece. Uzun zamandır görmediğimiz bir dostumuz, var olduğuna dair herhangi bir işaret göstermese bile orada olduğunu biliriz.

Burada Jean Baudrillard’a bir selam vermeden konuyu sürdürmek doğru olmayacaktır. Kendisine göre 2. Dünya Savaşı sonrası, bence ise 1968 sonrası, insanlık genel olarak nesne devamlılığı algısını yitirmiş durumda. Özellikle son yıllarda, sosyal medyanın iyice hayatımızın içine girmesi ve bizlerin birer sanal personalarımızın da olması ise Jean Baudrillard’ın görüşlerinin ne denli isabetli olduğunu gösteriyor. İnsanların kısa anlarına, fikirlerinin bir kısmına şahit oluyoruz ve dahası her geçen gün nesne devamlılığı bizim için önemsiz, biz ise duyarsız bir hale geliyoruz. Toplumsal bir olay, televizyonu kapattığımızda bizim için bitiyor. Ayrıca bir diziyi de bir toplumsal olayı da aynı duyarsızlıkla izliyoruz. Artık olaylar yaşanmıyor, sadece gösteriliyor; acılar bile paylaşılmadan tüketiliyor. Çünkü sanal geliyor. Özellikle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve gelişmesi ile gerçek hayat bize bir simülasyon gibi geliyor. Gerçeğin yerini, gerçeğin temsili olan imgeler alıyor. Artık temsillerin gerçeğe ihtiyacı yok.

Farklı yerlere gittik ancak toparlayacağım. Fizik dünyayı açıklayan aksiyomlardan, gündelik hayatımızda en sık kullandıklarımız aritmetik ve mantık. Ancak aritmetik ve mantık bizi tatmin etmiyor maalesef. Sert gerçeklik yüzümüze vurdukça, bununla baş etmek için belki de kaçınma eğilimi gösteriyoruz. Nesne devamlılığını bir süreliğine askıya almak ve nesnel gerçekliğe karşı “Bence”ler geliştirmek konforlu ve güvenli geliyor. Öte yandan fen bilimlerinin bu denli gelişmesi, bilimi sarsılmaz ve sıradan insan tarafından tartışılamaz bir dogmatikliğe götürüyor. Aslında orta çağ skolastik düşüncesine benzer bir bilimsel otorite karşımızda duruyor. Artık kiliseler değil, büyük teknoloji şirketleri zengin. Karamsar olmak istemem ancak yaşadığımız “Postmodern Karanlık Çağ”, maalesef orta çağdan daha sert geçiyor. Birileri de bizim yerimize düşündüğü için, laflarımızla, inançlarımızla oyalanıyoruz. Hatta bu konuda o kadar ileri gittik ki, biri “Bence su deniz seviyesinde doksan derecede kaynar.” Önermesini ortaya atan kişiye cevap verme hatasına düşecek olursanız; “Sana ne? O onun gerçekliği ve onunla mutlu!” yanıtını alırsınız. Gerçeğin onurlu sonu, inancın ihtişamlı zaferiyle kutlanıyor (!?) — ama bu zafer, insanın düşünme yeteneğinin cenazesi olabilir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.