Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

Acının ilacı: Yok saymak mı, dayanmak mı?

Yazının Giriş Tarihi: 23.12.2025 13:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.12.2025 13:31

“Quod medicina aliis, aliis est acre venenum”

Geçtiğimiz günlerde çok ilginç bir şekilde tanıştım, Pontus Kralı 6. Mithridatis ile… Aslında ilginç olan onunla tanışmamdan ziyade onun kim olduğu… 6. Mithridatis hakkında bildiklerimizin bir kısmı gerçek bilgi, bir kısmı ise bir tevatür. Ancak zeki ve başarılı bir komutan olduğu yadsınamaz bir gerçek. 6. Mithridatis, küçüklüğünden itibaren saray komplolarına şahit olmuş ve zehirlenmekten korkar hale gelmiş. Zehirlenmelerin önüne geçebilmek için bugün halen onun adıyla anılan “Mitridatizm” yöntemini geliştirmiş.

Mitridatizm, kısaca, vücudu küçük ve kontrollü dozlar ile zehre karşı bağışık kılmak şeklinde özetlenebilir. (Elbette Mithridatis’in yöntemi tarihsel bir anekdottur; gerçek hayatta uygulanması mümkün ve sağlıklı değildir!)

6. Mithridatis, anekdota göre, hemen her sabah küçük dozlarda zehir içerek bir süre sonra zehirlere karşı bağışıklık kazanmış ve zehirlenemez hale gelmiş. Hatta zehir konusunda öylesine uzmanlaşmış ki! Hemen her zehrin panzehri onda varmış. Eğer bir gün birini zehirlemeye karar verirse, zehirlenen kişinin tek devası yine kralın kendisindeymiş. İstediği yaşar, istemediği ölürmüş zehirden… Biyolojik silahların ilk mucidi olduğu, bu taktikle savaşlar kazandığı söylenir. Günün birinde oğlu onu tahttan indirmek için geldiğinde ele geçmemek için kendisini zehirlemek istemiş, ancak ne kadar bekleseler de ölmemiş. Çünkü vücudu zehirlere karşı o kadar çok bağışıklık kazanmış ki! Senelerce kendisini korumaya çalıştığı zehir, onun kaçabileceği bir yol değil, eline esir düştüğü bir zindana dönüşmüş. Sonrasında ise, zehirle ölemediği için kendisini bir paralı askere öldürtmüş.

“Pozitif olun” diyorlar bugünlerde, acıya da mutluluğa da karşı, pozitif olun. Olalım… Ancak bu bir çözüm mü bilemiyorum. İnsanın hayatında olumsuz şeyler yok mu? Olumsuz şeyler de bizim yakıtımız olmamalı mı? Kendimizi acılara, üzüntülere bağışık kılarken, pozitiflik bizim için bir yerde zindana dönüşecektir. Bir bakıma hayata sürekli olumlu bakmak, kişinin kendisini kontrollü bir biçimde zehirlemesine benziyor. Hep pozitif olalım, hep pozitif düşünelim. Her şeye olumlu tarafından bakalım… Ancak acımızı da yaşamamız, üzülmemiz, öfkelenmemiz, heyecanlanmamız, hayal kırıklığına da uğramamız gerekmez mi? Hep olumlu tarafından bakar, düşünürsek; dışarıdaki olumsuzlukları nasıl görebiliriz? Hayatı sürekli kazandığımız, kaybetsek de mutlu olduğumuz bir deneyim sahası olarak algılamak ne denli doğru olabilir?

Geçtiğimiz günlerde Stoa felsefesi ve olaylara olumlu bakmak hakkında çeşitli motivasyon videolarıyla karşılaştım. Hepsi hayata olumlu bakmakla ilgili. Ancak Stoa felsefesi tam olarak böyle bir düşünce sistemi değil. Stoa felsefesi, kontrolümüz dışında gelişen olayların, bizi doğrudan etkilememesini öğütler. Olumlu ve olumsuz durumları birbirinden ayırır ve olumsuz durumların -eğer kontrolümüz dışında geliştiyse- bizi etkilememesini söyler, olumsuz olay ya da durumlar “olumluymuş” gibi kendimizi kandırmamızı değil.

Stoacılığa göre olumlu ve olumsuz durumlar, doğaya uygunluğa göre birbirinden ayrılır. Bir şey doğa ile uyumluysa, olumlu, doğa ile uyumsuzsa olumsuzdur. Burada olumlu ve olumsuzu, iyi ya da kötü olarak değil; daha ziyade tercih edilen ve tercih edilmeyen durumlar olarak ele almak gerekir. İyi ve kötü, Stoacılığa göre yalnızca erdemin olması ya da olmamasından ibarettir. Kişi, sadece erdemli olmayı ya da olmamayı seçebilir. Ancak Stoacı düşünce bağlamında kontrolümüz dışındaki her şeye “aktif bir biçimde kayıtsız” kalmamız gerekir.

“Aktif bir biçimde kayıtsız kalmak” vurdumduymazlık demek değildir. Hemen her şeyi mümkün olan en nesnel şekilde görebilmek, kabullenebilmektir. Elbette başımızdan geçen her şeyi mutlulukla karşılayamayız. Fakat doğal olan, olması gereken, “talih”in bize verdiği ve bizden aldıklarını dalgalar karşısında duran bir kaya gibi karşılayabilmektir. Kayayı bir güç metaforu olarak algılamamak gerekir, kaya dalgaya karşı kayıtsızdır. Bizim için de önemli olan bu kayıtsızlığı yakalayabilmektir. Bir yakınımızı kaybetmek bizi tabii olarak üzecektir. Ancak buna üzülsek de doğanın bir parçası, tercih edilmeyen fakat kabullenilmesi gereken bir gerçek olarak düşünmek gerekir. Ya da zengin olmak, önümüz yılbaşı, büyük ikramiye çıktı ve birden zenginleştiniz. Buna da sevinilir, ancak doğal kabul edilmesi gerekir. Ne çok sevinmek ne de çok üzülmek diye bir bakış açısı yoktur Stoa düşüncesinde. Kayıtsız kalınacak olaylar vardır ve bunları tercih ederiz ya da etmeyiz. Ancak bu bizi değiştirmemelidir.

Talihe etki edemeyiz. Tercih edelim etmeyelim, talih bize bir şeyler getirir ya da bizden bir şeyler alır. Bu gelgitlerin içinde sadece tek bir şeye etki etmemiz mümkün: olaylara karşı tavrımız. Çünkü erdemi bize kimse veremez ve bizden kimse alamaz. Bizden alınabilen ya da bize verilebilen bir şey tabiatıyla bize ait değildir. “Peki biri karşımıza geçti bize hakaret etti? O zaman ne olacak?” ya da “Peki biri bize bile isteye zarar verdi yine kayıtsız mı kalacağız?” diye düşündüğünüzü varsayarak Seneca’ya atıfta bulunmak istiyorum. Seneca “Bilgenin Sarsılmazlığı” eserinde bu konuya değinir. Kısaca özetlemek gerekirse, bize kötülük yapan birisi bize aslında zarar veremez. Sadece o kişide erdem eksikliği vardır. O kişiyi hasta gibi görmeli, bizden çalabildiği şeyler karşısında da üzülmemeliyiz. Bu durumda tek üzüleceğimiz şey o kişinin erdemsizliği seçmesi olmalı. Hakarette de durum aynı, hakaret eden kişiyi, ateşli bir hastalık geçiren ya da narkozdan çıkan birinin bilinçsizliğinde kabul etmeli, üzülmemeli ve önemsememeliyiz. Dolayısıyla da sarsılmaz erdemli bir karakter inşa etmeliyiz.

Bu son paragrafla 6. Mithtridatis örneği çelişiyor gibi görünse de aslında ciddi bir fark var: Üzülmeli, üzülebilmeliyiz. Acı çekebiliriz, çekmeliyiz. Bu bizim en doğal, en insani tarafımız. Ancak kendimize pozitiflikten oluşan ve içinden çıkamayacağımız bir zindan inşa etmemeliyiz. Çünkü doğal olan iyidir, kayıplarımız da kazancımız da hayatın bir parçasıdır. Shakespeare’in de dediği gibi:

"Tüm dünya bir sahnedir
yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin
sahneye girip çıktığı ve tek bir insanın
ömrü boyunca pek çok rol oynadığı." (Shakespeare, Beğendiğiniz Gibi)

Ölüm de şans da mutluluk da üzüntü de acı ve diğer aklınıza gelen hemen her şey de hayatın bir parçası ve hepimiz hemen her duyguyu yaşayacağız. İş ki; herhangi bir duyguya saplanıp kalmayalım, o saplandığımız duygu zindanında çaresizce oturmayalım. Her şeyi olması gerektiği gibi, erdemli ve doğal bir şekilde karşılayalım.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.