Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

İşçı̇sı̇n sen ı̇şçı̇ kal - Mesut Akça

Yazının Giriş Tarihi: 30.04.2025 12:41
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.04.2025 13:02

Karl Marx, “Yoksulluk bilinci kitleleri harekete geçirir.” “Zalim halkı yoksullaştır, şeyhi ise onların gözlerini kapatır.” Onun felsefesinde, kapitalizmin hiçbir şeyi kutsal bırakmadığı yer almaktadır. Günümüzdeki üçüncü sınıf demokrasilerde benzer örnekler hat safhadadır. Halkın gözü sürekli perdelenmektedir. Bu perdeyi birçok inanç yapılanması, dernek-vakıf adları altında sözde sivil toplum, partiler, kültür, sanat ve basın örgütleri yapmaktadır.

Hani her yıl asgari ücretliler için iki yılda bir de memur ve emekliler için bir tiyatro sahnelenir. Milyonların gözü kulağı bu sahnededir. Karşılıklı oturan iki grup ve arada ne şişin ne de kebabın yanmasını önleyecek adil mi adil, tarafsız mı tarafsız, kimseden talimat almayan ülkenin yerli ve milli menfaatlarını düşünen(?) hükümet yetkilileri. Referans alınan şey ise TUİK‟in ipe sapa gelmez verileri ve hayal ürünü ön görüleri. Hükümetin ve sermayenin kapalı kapılar arkasındaki işbirliği neticesinde ortaya nasıl bir tablo çıkması gerekiyorsa o çıkıyor. Buradan halkın, emekçinin, emeklinin, memurun alın terinin karşılığı olan insanca yaşayacak bir ücretin belirlenmesini beklemek kendimizi kandırmaktır. Zeki insanları buna inandırmak ise çıkarı olmadıkça pek mümkün değildir.

Bu tiyatroyu bilet almadan bedava izleyen milyonlar, sahnenin sonunda yapılan bilindik ajitasyon söylemleriyle gözyaşları eşliğinde salondan, televizyon ekranlardan ayrılırlar. Bu durum hayal kırıklığı yaratsa da çoğunluğun dilinde “En azından yiyecek bir ekmeğimiz var, ya o da olmasaydı...” diyerekten kendini tedavi etmeye başlıyor. Ardından sabır, şükür ve dualarla oluşan tabloyu kutsamaya başlar; ta ki bir sonraki yıla kadar. O zamana kadar köprünün altında çok suların akacağının farkındadır. Üzücü olan taraf ise o suda can çekişeceğini bilmesidir.

Bu tablodan, çıkan karalardan rahatsız olan kimi duyarlı insanlar, sendikalar, partiler, sivil toplum örgütleri vardır. Günümüzde etkileri zayıflamış gibi görünse de acaba bir şeyler yapabilir miyiz, bir şeyler değişir mi, en azından sesimizi duyuralım, çabasıyla hareket etmeye devam ediyorlar. Ne oranda karşılık bulduğu yaptırıma dönüştüğü tartışılsa da hiç olmamasından yeğdir.

Toplumsal yapı gereği apartmanlarda, sokaklarda, parklarda, iş hayatında hep yan yana olmayı birlikte çalışmayı getiriyor. Bunun sosyolojik karşılığı haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, emek sömürüsü karşısında da örgütlü, birlikte ve dayanışma içinde mücadele etmeyi gerektirir. Aynı kazanımlar için birliktelik ve dayanışma güç oluşturur. Peki, hayat içerisinde olanla olması gereken birbiriyle tutarlı mı, hele de Türkiye‟de... Söz konusu ortak değerlerin arkasında gizli anlaşmalar, ideolojik çıkarlar, koltuk sevdalısı egoist manyaklar olduğunda ortalık arapsaçına dönebiliyor. Böyle durumlarda en yakınımızdakiler için bile „Gölge etmesin başka ihsan istemem,‟ deme noktasına geliyoruz.

Oysa tüm emekçiler aynı yağmurun altında ıslanıyor. Hiçbirinde ne şemsiye ne de şemsiye alacak para var; yok üstüne yokluk. Üstelik çalışmamıza rağmen... Filmin sonunda herkes hasta olacak. İktidar ve şemsiyeliler yağmurun kutsallığından bahsedecek, ıslanmanın bereketinden, kendilerine nasip olmamasından dem vuracak. Fedakârlıkları karşısında üzüleceğiz bile. Daha fazla ıslanmak için çabalayacağız.

İş, aş, ekmek sömürüsü karşısında nasıl oluyor da bu kadar farklı etkileniyoruz değil mi? Yan yana mı yoksa farklı gezegenlerde farklı hayatlar mı sürüyoruz? Yaşam kalitemiz, hayallerimiz, çocuklarımıza yeşertilen umutlar, çoğunluk için çalışmakla, emekle, alın teriyle mümkündür. Bunun dışındaki kazançlar gayrı ahlaki yol ve yöntemlerle elde edilmektedir. Madem namuslu kazanıyoruz neden insanca yaşamak için ihtiyacımız olan haklarımızı alamıyoruz. İktidarlar, sermaye sahipleri kodamanlar karşısında emeğiyle, alın teriyle çalışanların, emekli olanların insana yakışır şekilde yaşama isteklerinin pazarlık yapılması namuslu herkesi utandırmalıdır. Söz konusu odakların emekçiye hak gördüğü üç kuruşu bir lütuf olarak gösterme çabaları aymazlıktan öte halkın aklıyla dalga geçtiklerini göstermektedir.

Voltaire‟nin de dediği gibi, “Para konusuna gelindiğinde herkes aynı dindendir.” Bilmiyormuş gibi yapsak da kapitalist sistemin işleyişi sömürü düzeni üzerine kuruludur. Din, inanç, ilkeler, sanata edebiyata dair ne varsa hatta insani ilişkiler dahi kar araçlarına dönüşür. Saf, eğitimsiz ve biat anlayışıyla yetiştirilen kitleler; birincisi asla kandırıldığını düşünmez, ikincisi iktidarla ve onun güç birliği yaptıklarıyla mücadele edecek kadar cesur olmadığını bildiğinden ya kendi kabuğuna çekilir, ya da sermayeyle birlik olup ona değnekçilik yapar.

Bunlarla birlikte olmayıp da arada kalmayı yani gri olmayı tercih eden, hem öyle hem böyle olanlar ne olduğu ne dediği belli olmayan karnından konuşan rengi belli belirsiz olan bu tipitipler emek mücadelesine daha fazla zarar vermektedir. Güven endeksleri oldukça düşük olan bu kesim için

İşte bahaneler, gerekçeler üreterek kendini temiz çıkarmaya çalışan tipler her zaman yakınımızda olacaklardır. Bunlar umutsuz vaka dediğimiz türe girenlerdir. Bazılar yere zamana ve konjonktüre göre deri de değiştirebilmektedirler. Bunların evrim süreci çok hızlı gerçekleşmektedir. Bir bakmışsın senden daha sen; bir bakmışız benden daha ben oluvermiş. Hayretle izler, dilini ısırırsın. Yeri gelir kendi mücadele enerjinden utanır hale gelirsin. Vay be, ne kadar da ön yargılıymışım der utanırsın!

İşçiler, köylüler, memurlar, esnaflar, emekliler, gündelik işlerde az çok iş bulup da geçinmeye çalışanlar; Alınan kararlar ve ücret politikası hemen herkesi doğrudan etkiliyor. 2025 yılında 2024 yılında olduğu gibi alın teriyle çalışanları değersizleştiren birilerine muhtaç edip boyun bükmelerine sebep olacak; bununla birlikte toplumun zekâ seviyesiyle dalga geçen bir ücret artışı gerçekleşmiştir. Bilimden, ülke gerçeklerinden, sokakta olup bitenden uzak talimatla istatistik oluşturan ülkenin sözde bağımsız istatistik kurumu TUİK, ben onun verileriyle adım atarım, ona göre zam yaparım diyen ağa babası hükümetle aynı tiyatro sahnesinde acıklı senaryolarla milleti ağlatmaya devam ediyor.

Bu danışıklı dayanışmayla oluşan gülünç zam karşısında yeniden açlığı, sefaleti yücelten tacirler, bezirgânlar devreye girmiştir/girecektir. Bu milletin her şeyi sindirebilme yetisine güvenip karnımızı milli ve maneviyat söylemleriyle doyuracaklardır. Kulaklarımızda nefsi terbiye etmenin ilacı olan vatan, millet ve Sakarya‟yla birlikte duaların sesi çınlayacaktır.

Zeki olduğunu düşündüğümüz, en azından dört işlemi bilen duyarlı tüm emekçiler, işçiler, köylüler, memurları emekliler, esnaflar TUİK‟in değil de ekonominin gerçeklerini yansıtan rakamlardan hiç de uzak değiller. Günlük yaşantılarında geliriyle gideri arasındaki uçurumu fark etmemesi mümkün değildir. Temel ölçüt makul olan insan gibi, kimseye el avuç açmadan, yalvarmadan, pazarlık yapmadan kaliteli hizmet alıp yaşamaktır. Bunun için birlikte olmanın, dayanışma içerisinde olmanın önünde hiçbir engel yoktur. Bilmeliyiz ki fakirliğin, açlığın, haksızlığın, emek sömürüsünün ne dini, ne iman, ne de ideolojisi vardır. Ayrıştırıcı ideolojik politikalar; emek hırsızlığının, rantın, ben yaptım olduların, üstünü kapatan ipekten örtülerdir. Böl, parçala, yut üçleminin kutsallaştırılan yumuşak yüzleridir.

İktidarların, belediyelerin, güçlü sermaye yapılarından şirketler, holdingler emekçinin, fakirin fukaranın ağzına bir parmak bal çaldığı, manevi iradesine zircir vurduğu sosyal yardımlar sayesinde hem kendini temize çıkarmayı hem de yandaş yapılar türeterek emekçilerin kendi içinde ayrışma ve kırılma yaratmayı başarıyor. Oysa hakkını alabilen çalışanlar, emekliler kimsenin acımasına, vicdanını rahatlatmasına ihtiyaç hissetmeyecektir.

Gözümüzün önünde hem de gözümüze soka soka yapılan emek hırsızlığını görmezden gelen, hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam eden, çoğu şeyi fark edip de üç maymunu oynayan bir kesim hep vardı, yine olacaktır. Bu tipler duyarlı emekçilerin ortak mücadelesinde grev kırıcı, iktidara çanak tutan çıkarcı, yalaka tavırlarıyla her şeyi güllük gülistanlık göstereceklerdir. Bununla yetinmeyip korku iklimi yaratarak sindirmeye, pısırıklaştırmaya çalışacaklardır. Hiçbir iktidar emekçisinin haline acıyarak hakkı olanı vermez. Bir gün insafa gelip vereceklerini düşünmek saflıktan öte bir durumdur. Tüm emekçiler hakkı olanı almakta kararlı olmadıkça iktidarın, sermayenin gözünde “hava cıva” olarak kalacaktır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.