Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

Her şeyin başı lokmadır lokma

Yazının Giriş Tarihi: 08.07.2025 16:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.07.2025 16:04

Hayatımızda ileri boyutlarda düşünmeye yön veren temel faktör coğrafyamız mı, biyolojik yapımız mı, kaderimiz mi yoksa bilgi ve tecrübelerimizle oluşan irademiz mi? Belki de kendimize soramadığımız sorular, zihnimizi kurcalayan anlam veremediğimiz onca alışkanlıklarımız, mantık dışı nice uyduruk ritüeller -eğer tembel ve irade yoksulu değilsek- bilginin, felsefenin peşinden gitme arzumuzu harlar. Böylece hayata yüklediğimiz anlamlar onu nasıl sürdüreceğimizi de belirler.

Düşünce biçimimizi zamanın ruhuna ayak uyduracak şekilde geliştirememek, bir nevi geriye gitmektir. Dünya çapında kabul görmüş birlikte yaşama ilkelerine bağlı kalmak, hem bireysel hem de toplumsal varlığımızın çağdaşlık ölçütü olarak kendini gösterir. Her birey, hızla değişen yenidünya düzeninde bilgi ve donanımlarını sürekli bir üst seviyeye taşımakla sorumludur. Buna karşı olmak veya direnmek ancak cehaletle açıklanır.

Özelde kendimizle, genelde de tüm hayatla iç içe geçmiş karmaşık ilişkilerden doğan sorular, anlama isteğimizi besler. Bu anlam arayışı; aslında hem bedenimize hem zihnimize hem de ruhumuza huzur veren bir ihtiyaç gibi görünüyor. Bir şeyin ya hiç çalıştırılmaması ya da yarım kapasiteyle kullanılması, doğal olarak nasıl ki üretim süreçlerini sınırlıyorsa insan kapasitesi için de benzer durum söz konusudur. Toplumsal yapının en dinamik ve belirleyici unsuru olarak insan türünün, düşünme faaliyetini tam kapasite sürdürmediğinde de aksamalar meydana gelmektedir.

Bireyler nasıl hasta oluyorsa toplumlar da hasta olmaktadır. Özellikle yanlış ve mantık dışı da olsa sorgulanamayan alışkanlıklarımız, örflerimiz, gelenekleşmiş uygulamalar, saplantılı inanç sistemleri ve ideolojiler içerisine yerleşmiş kanserli fikirler toplumu hasta etmektedir. Hele de kanserin; krallar, firavunlar, diktatörler, gerici iktidarlar, ağalar, paşalar, şeyhler, dinciler tarafından topluma bulaştırılıyor olması binyıllardır süregelen bir alışkanlıktır. Toplumsal hafızayı hedef alan bu hücrelerle savaşmak herkesin harcı değildir. İşin ucunda acı, zulüm, işkence hatta ölümler, katliamlar vardır.

Kurtulması çok zor olan bu hastalık ve türevleriyle mücadele etmek ise bilimin ışığıyla aydınlanan kültür, sanat ve edebiyat çalışmalarıyla mümkündür. Referans, her zaman bilim olmak zorundadır. Bilim, etik dediğimiz öz saygıyı merkeze alan liyakatle taçlanan iradeyi de yanında taşımak zorundadır. İşte bireysel kapasite etik değerlerden yoksun kullanıldığı takdirde toplumsal öncelik yerini şahsi menfaat ve beklentilere bırakmıştır. Bu defa gücü ele geçiren ayrıcalıklı kesim onu korumaya dair tarihsel ve sosyolojik bağlamda önemli adımlar atmıştır.

Zihinsel algoritmamız yönetme yönetilme paradoksunu harekete geçirerek kendine uygun bir düzen yaratmıştır. Tarihi süreçte toplumlar totaliter, teokrasi ve mutlak monarşi ile yönetildiği ve böyle alıştırıldığı için her ne kadar demokrasi anlayışı kısmen yaygınlaşsa da mülkiyet ve sınıf kavramları demokratik sistem üzerinde etkisini devam ettirmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada geçmişteki köle-sahip, maraba-ağa veya mürit-şeyh ilişkileri, yerini örtük bir şekilde zengin-fakir ayrımına bırakmıştır. Dünya nimetlerinden kimin ne kadar faydalandığı, faydalanacağı elde edilen konumla ve kazançla şekillenmektedir. Bu da her inancın her ideolojinin her yapılanmanın içinde bazen açık bazen de gizil bir şekilde kendini göstermektedir. Çok aykırı olmadığı sürece her sektör kendi içinde kendi burjuvazisini yaratmaya devam etmiştir ve edecektir.

Herkes kendi burjuvasını yarattığının farkında mı dersiniz? Öyle ya, bir tarafın zenginliği, statüsü, gücü varsa, bizim de ona denk, en az onun kadar "ışıltılı" burjuva hayatı yaşayan en az bir temsilcimiz olmalı derdiyle fedakârlıklar yapılıyor. Burjuvasız bir inanç, ideoloji ya da hareket toplum içerisinde ne kadar ciddiye alındığı aşikârdır. Değer atfedilen kısım şatafat yani görsel boyuttur. İçinin ne kadar dolu olup olmadığına bakılmaz. Bu yazıyı yazarken Tatar Ramazan Sürgünde filminde geçen bir replik aklıma geldi. Koğuş ağası Abdurrahman Çavuş’un bir serzenişinde Osmanlıyı ayakta tutan, üç kıtaya sahip olmasını sağlayan gücün ne dinle, ne inançla, ne bağlılıkla değil de “LOKMA” ile mümkün olduğunu anlatması, her şeyi özetliyor.

Bir burjuvaya bağlılık hastalığı bulaşmış maalesef. Karşı fikirlerin burjuvasına laf ederken kendi burjuvamıza methiyeler düzüyoruz. Herkes kendi doğrusunu lüksle, güçle, vitrinle süsleyip parlatma derdinde. Sanki hakikati en iyi temsil eden zenginler, holding patronları, inanç önderleri, mafyatik oluşumlar, sözde bağışlarla palazlanan dernek, vakıf ve sendikalar da bunla birlikte popüler hale gelen sanatçılar, binlerce takipçiye sahip sosyal medya fenomenleri kendi içlerinde kendi burjuva yaşam formlarını inşa etmişler.

Onları burada tutan nedir ve kimlerdir. O binler, yüzbinler veya milyonlar dediğimiz güruh değil mi? Kimi zaman adına halk kimi zaman toplum dediğimiz çoğunluk. Kısaca mesele insani değerleri içinde barındıran hakikat değildir. Yüzleşmekten kaçtığımız hakikatlerimizi bırakmış klasik anlamda senin patronun, benim liderim, onun ağası, şunun paşası, diyerekten sidik yarışından öteye gitmeyen bir hengâmenin içine girmişiz ne yazık ki.

O yüzden sorulması gereken şu: Gerçekten bir değer için mi yürüyoruz, yoksa başkasının yürüdüğü yolun gölgesinden kalmamayı mı arzuluyoruz? Konfor alanları kıyaslandığında ortaya çıkan o ezik rekabetin içinde mi sıkışıp kaldığımızın farkında değiliz. Belki de kendi burjuvamızın peşinde koşmayı bırakıp, burjuvaya neden bu kadar ihtiyaç duyduğumuzu sorgulamanın zamanı gelmiştir.

Birlik, beraberlik, dayanışmanın gücü hafife alındığı sürece… Herkes kendi mahallesinin "elitlerini" alkışlarken, alt tarafta emek verenlerin sesi duyulmaz hale geliyorsa, bu yarışın kazananı hep burjuva olacaktır. İdeolojilerin korktuğu, dokunmadığı, dokunamadığı en güçlü kesim burjuvadır. O orta direk demokrasilerde her zaman bir çıkış bulmuştur. Ülkemiz özelinde de hukuk ve adaletin işlemediği alan eskiden beri tam da burasıdır.

Her ayrışmanın ve değer atfedilen değerler silsilesinin kendi içerisinde bu sınıf ayrımı belirgindir. Önemli olan bunu fark edebilmektir. Görmek yetersizdir. Bunu gereği yapılmadığında alt/üste- fakir/zengine hizmet eder, onu memnun etmek için çabalar. Üst akıl belirgin şekilde zenginleşip tahtta otururken alt akıl; zekâsına, bilgi birikimine rağmen onun daha rahat ve uzun tahta oturabilmesi için tüm yeteneklerini kullanır. Alt sınıfta olanlar için alan açma yükseltme/yüceltme konusunda pek de istekli olmayan üst sınıf (özellikle ekonomiye yön veren sermaye ve zenginleşen inanç önderleri) yerlerini sağlamlaştırma adına kanun ve yasalarla birlikte dini söylemlerin kullanarak oluşabilecek her türlü karşı duruşu baskılamaktadır.

Kabaca “Kurulu Düzen” adını verdiğimiz sistem bileşenlerinin en büyük korkusu elde edilmiş konfor alanını kaybetmektir. Bunun için her türlü yol, yöntem ve mücadele gayrı ahlaki de olsa, katliamlara da varsa, mubah kabul edilmektedir. Her türlü faaliyet kılıfına uydurularak, basın yayın organları aracılığıyla da manipüle edilerek iş ve işlemler masumlaştırılabilmektedir.

Cennet vaadiyle eş güdümlü olarak sosyal hayatta ekonomik olarak sınıf değiştirme alanı şans faktörü devreye alınmıştır. Şanslı olmak, olduğunu düşünmek, düşündürmek, umut aşılamaktır. Fakirin maddi ve manevi yönden doyurulacağını düşünmesi zengin olma, en azından o hayatı sürebileceği hayalini kurmalarını sağlayacak diri tutmaları bazı spesifik örneklerle de desteklemeleri korku ve kaygıyla birlikte sınıf mücadelesinin toplumsallaşmasını engelleyen bir faktör olarak görülebilir. Modern toplumlarda zengin fakir ayrımı ideolojik düşünceleri bireyselleştirdiği kadar basitleştirmiştir de.

21. Yüzyılın ilk çeyreğinde Z kuşağı dediğimiz perspektifinde baktığımız da iş-aş-ekmek paradigması yerini gez-toz-eğlen’e bırakmıştır. Dünyanın yanıyor olması, havanın, suyun, toprağın yok olması verimsiz olması kendi özel konfor alanını etkilemediği sürece yok hükmündedir. Geldiğimiz nokta da yüzyıllar da geçse kimsenin konfor alanını bıraktığı ondan taviz verdiği pek görülmemiştir. Teknoloji ve iletişim çağı bireye sanal âlemde mutlu olma kapısını aralamıştır. Bu şekilde kapasite kullanım alanları daha da daraltılmıştır. Kişi sanal duvarlarla çevrilerek daha pasif ve etkisiz hale getirilmiştir. Bu da sistem lortlarının konfor alanını daha da genişletmelerine olanak sağlamaktadır.

Bu noktada, "Azıcık aşım, ağrısız başım" diyenlerin tercih ettiği yaşam anlayışını ele alabiliriz. Ulus Baker'in de belirttiği gibi, eğer doğruyu sadece anne-babanızdan, geleneklerden ya da dogmalardan öğreniyorsanız, ne arzulayacağınızı ve neyin arzulanmaya değer olduğunu yalnızca bu kaynaklardan ediniyorsanız, bu ahlakın daha sığ bir biçimidir. “Bu kadarı benim için yeterli," yaklaşımı, hayatı minimalist bir çerçeveye indirir; oysa insanoğlu ‘daha fazlasını öğrenmek, görmek ve hissetmek için potansiyel taşır’. Hayatla ilgili isteklerimiz, ihtiyaçlarımız sahip olduğumuz bilginin yanında farkındalıkla doğrudan ilişkilidir.

Ancak istemek ve hayal etmek, birçok süreci tetikleyen güçlü bir mekanizmadır. Mücadele etme güdüsü, bu noktada devreye girer ve düşünmeye başlama sürecimizi ateşler. Ancak gerçek düşünmenin anlamayı gerektirdiği unutulmamalıdır. Anlayamadığınıza inanmak nasıl bir hissiyattır ve hangi temellerle açıklanabilir ki? Sadece ezber yapmak ve bundan tatmin olmak aslında kolaycılığa kaçmaktan öteye geçmez. Gerçek mutluluk ise beklentilerimizle şekillenmiyor mu? Tüm bunlara rağmen kapasitemiz ne olursa olsun hayata heyecan katan sürprizler ve beklenmedik olaylardır. Büyüklerimiz yükünü alırken belki de bir mucize gerçekleşir cehaletten/kölelikten/alkışlamaktan sıyrılırız.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
BursaMuhalif.com En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.