26 Aralık 1995'te Manisa’da bir vagona "Paralı eğitime hayır" yazdıkları gerekçesiyle 16 genç gözaltına alınır. Birkaç gün sonra savcının izniyle çocuklarıyla görüşen aileleri ciddi işkence izlerine tanık olurlar. 18 yaşındaki çocuklar düzmece suçlamalarla mahkemeye çıkarılır ve tutuklanırlar. Kızı tutuklanarak cezaevi aracına bindirilen bir annenin “yapmayın! O daha bir çocuk!” yakarışı o günleri anlatan en etkili cümle olarak hep hafızalarımızda kaldı. Aylarca tutuklu kalan öğrenciler beraat ederken yıllar süren dava sonucunda işkence yapan polisler işkence suçundan toplam 85 yıl ceza aldılar.
2 Şubat günü İstanbul Kadıköy’de Boğaziçi mücadelesini desteklemek için eylem kararı alındı. Eylem alanına giden öğrencilere plastik mermi atıldı, gaz sıkıldı, dövülerek, yerlerde sürüklenerek 150’ye yakın öğrenci gözaltına alındılar.
Tam bu saldırıların yaşandığı sırada öğrencilerin annesi yaşında bir kadın 5-6 polisin arasında sürüklenerek götürülen öğrenciyi kurtarmaya çalışıyor. Başaramayınca umutsuzlukla başka bir öğrenciyi yöneliyor defalarca uğraştıktan sonra çaresizlikle polislere dönüp ağlayarak:
“Yapmayın ya o çocuklar bu ülkenin geleceği, almayın bu çocukları. Böyle yaparsanız bu çocuklarda bu ülkeden gidecekler, bu çocuklar bu ülkenin olmazsa olmazı. İlk 300’e girmişler. Dünyanın her tarafından burs verilirken burada kalmışlar. Bu çocukları dövüyorsunuz, tutukluyorsunuz, utanmıyorsunuz.”
Bugün izlediğimiz görüntüler zerre kadar vicdanı olan her yurttaşı mutlaka derinden yaralamıştır. O nedenle tüm büyük kentlerimizde destek eylemleri düzenlenmiş, Ankara’da benzer saldırı ve gözaltılar yaşanmıştır.
Öğrencilerin talepleri net
Bu sürecin, 2 Ocak gece yarısı Melih BULU’nun Boğaziçi Üniversitesine atanmasıyla başladığını hepimiz biliyoruz. Atama sonrası Boğaziçi öğretim üyeleri, öğrenciler ve hatta çalışanlar hep birlikte bu atamaya hayır demişlerdir. Tepkilerini dile getirmek amacıyla da Anayasada yazdığı gibi “silahsız ve saldırısız açıklama yapmak” istediler. Önce tüm üniversite ve çevresi polis ablukasına alındı, son yılları anlatan üniversiteye kelepçe fotoğrafı yaşandı sonra gece yarısı eyleme katılan öğrencilerin evleri basılarak gözaltına alındılar.
Öğrencilerin Melih BULU istifa etsin, polis üniversiteden çıksın taleplerine, gözaltına alınan veya tutuklanan öğrenciler serbest bırakılsın talebi de eklendi.
Şimdiye kadar onlarca üniversiteye benzer atama yapılmış ve böyle bir tepki yaşanmamışken neden Boğaziçi’nde bu sürecin yaşandığını Üniversitenin geçmişinde ve yarattığı kültürde aramak gerekir.
Boğaziçi Üniversitesi 1863 yılında eğitmen, mucit, teknisyen ve mimar olan Dr. Cyrus Hamlin ile New York'lu Mr. Christopher Rheinlander Robert tarafından Robert Koleji olarak kurulmuş, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma bir okuldur. 1971 yılında okulu Amerikalı olan kurucular tüm haklarıyla Türkiye’ye devretmiş ve Boğaziçi Üniversitesi adını almıştır.
Boğaziçi Üniversitesi kurulduğu günden bu yana tüm rektörleri seçim yoluyla atanmıştır. 2016 yılına kadar uygulanan yönteme göre; Üniversitelerde öğretim üyeleri arasında serbest seçimler yapılır, en çok oyu alan 6 kişi YÖK’e bildirilir. YÖK bunlardan üçünü cumhurbaşkanlığına sunar, cumhurbaşkanı da kendisine gönderilen 3 kişiden birini rektör olarak atardı. Bu atama da elbette demokratik değildi. Çünkü cumhurbaşkanları en fazla oyu alanı değil, 3. sırada bile olsa istediğini atayabiliyordu. Bunun örnekleri de hayli yaygındı.
İşte Boğaziçi kültürü diye adlandırılan uygulama burada devreye giriyordu. Boğaziçi’nde seçimde sıralamaya giren adaylar, isimleri cumhurbaşkanlığına bildirildikten sonra 2. ve 3. sırada yer alan adaylar görevlerinden çekildiklerine dair dilekçe veriyor, böylece cumhurbaşkanı zorunluluktan ilk sırada seçilen kişiyi atamak zorunda kalıyordu. Böylece üniversite, birinci sırada seçtiği insanlar tarafından yönetiliyordu. Bunun tek istisnası 1980 darbesi sonrası yapılan atama ikincisi de Melih Bulu’nun atanmasıdır. Boğaziçi’nde okuyan veya mezun olanlar geçmişte görev yapan rektörlerin sık sık kampüs içinde dolaştığını, kantine gelerek öğrencilerle aynı masada oturup çay içerek sohbet ettiğini, öğrencilere kapısının her zaman açık olduğunu aynı tutumun dekanlar ve öğretim üyeleri tarafından da hayata geçirdiğini anlatırlar. Bu gelenek sonucu özellikle 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarının yaşandığı günlerde bile üniversite yönetimi kampüse emniyet kuvvetlerinin girmesine izin vermemiş, demokratik tartışma ortamı sayesinde bu süreç aşılmıştır. Benzer bir tutum 1998’li yıllarda “başörtüsü” eylemlerinde de sürdürülmüş, hatta sol görüşlü öğrenciler derslere başörtüyle girerek bu talebe sahip çıkmış üniversite her sorunu kendi içinde konuşarak çözme geleneğini sürdürmüştür.
Kampüste keskin nişancı
Bugün okulda keskin nişancıların konuçlanması, resmi, sivil yüzlerce polisin adeta kampüsü ablukaya alması tüm üniversite bileşenlerinin ilk defa gördükleri bir durumdur. Melih Bulu tarafından yapılan hiçbir görüşme talebine öğretim görevlilerinin yanıt vermemesi, görev kabul etmemesinin altında yatan gerçeklerden sadece biridir. Yıllardır üniversitelerin bağımsız ve özerk olması gerektiğini, ancak böyle bir
2021 Sıralaması
Üniversite
1
401-500
Çankaya Üniversitesi
2
401-500
Koç Üniversitesi
3
501-600
Hacettepe Üniversitesi
4
501-600
Sabancı Üniversitesi
5
601-800
Bilkent Üniversitesi
6
601-800
Boğaziçi Üniversitesi
7
601-800
Özyeğin Üniversitesi
8
801-1000
İstanbul Üniversitesi
9
801-1000
İstanbul Teknik Üniversitesi
10
801-1000
Karabük Üniversitesi
iklimde bilimin sermayeden ve devletten bağımsız olarak gelişebileceğini, demokrasinin gerçek anlamda hayata geçirilebileceğini ifade ettik ve hayat bizi doğruladı.
Melih Bulu yaptığı açıklamada eğer kendisine izin verilirse Boğaziçi Üniversitesini dünya sıralamasında ilk yüze çıkaracağını söylemektedir. Melih Bulu’yu anlamak için bu söylediklerine bakmak yeter. 2021 yılı dünya üniversiteler sıralaması Ocak ayında yayınlandı. Bu sıralamaya göre ilk yüzde; Amerika 37, İngiltere 11, Almanya 7, Çin 6, Avustralya 6, Kanada 5 üniversite ile yer almaktadır.
93 ülkeden 1.500'den fazla üniversiteyi içeren Dünya Üniversite Sıralamaları 2021 listesinde Türkiye'den 44 üniversite yer almaktadır. Tabloda görüldüğü gibi Boğaziçi Üniversite’si dünya sıralamasında 600-800 arasındadır. Melih Bulu’nun dediğini yapabilmesi için önünde olan en az 600 üniversiteyi geçmesi gerekmektedir. Dört yıl içinde bunun ne kadar temelsiz bir söz olduğunu en iyi öğretim üyeleri bildiği için atandığından bu güne her gün sırtlarını rektörlük binasına dönerek açıklama yapmaktadırlar. Melih Bulu’ya Belediye başkanı aday adayı olduğunda 1200 belediyeden birini, milletvekili aday adayı olduğunda 600 milletvekilliğinden birini layık görmeyen AKP, ülkenin en saygın üniversitelerinden birinde rektörlüğü layık görmüştür.
Sonuçta iki milyon öğrencinin katıldığı üniversite sınavında ilk bin veya en kötü beş binde yer alan öğrencilerin okuduğu üniversiteye Melih Bulu bu üniversitede öğretim üyesi kadrosuna atanmadan paraşütle indirilmiştir.
AKP iktidarının tüm bakanları ve milletvekilleriyle bu olayı gerçek taleplerinden çıkarıp “kutsalımıza hakaret ettiler, LGBTİ’li kişiler tarafından eylem örgütleniyor” açıklamaları tamamen gündemi başka bir alana taşıyıp süreci din tartışmasına çekme gayretidir. Çünkü meselenin aslında söyleyecek sözleri yoktur. Tamam, mahallenin muhtarı en fazla oyu alarak seçildi. Bu muhtarın bizim siteye dışardan yönetici atama hakkını vermez ki. Mesele aslında bu kadar basittir.
Uzatmadan sonuca gelelim. Peki, ne olacak? Bu süreç nasıl sonuçlanacak? Boğaziçi Üniversitesine 77. sırada giren Berkay, bir televizyonun canlı yayın yaptığını duyup evinden şortuyla çıkıp yayın aracının yanına geldi. Açıklamaları, söylemi, kararlılığı gayet netti. Taleplerini de açık ve net ifade etti.
Melih Bulu istifa etsin. 2- Polis üniversiteden çekilsin. 3- Gözaltı ve tutuklamalar serbest bırakılsın.
Bu taleplerin hayat bulması eğer sadece Üniversite bileşenlerine bırakılırsa biraz zor gibi görünüyor. Elbette üniversite bileşenleri bu mücadelenin ana öznesidir. Ancak mücadeleye sahip çıkılmazsa etrafları örülmezse bir aydır sokakta olan üniversitelilerin tüm baskı ve saldırılara karşı direnebilmeleri gerçekten zor. Bugün birçok ilde Emek ve Demokrasi güçlerinin bu taleplere sahip çıkmaları anlamlıdır. Eğer aynı kararlılık ve kitlesellikle devamı getirilebilirse kazanmak mümkün olur, pandemi süreci nedeniyle toplumsal muhalefet üzerindeki ölü toprağı da bir nebze atılmış olur.
Son söz; 1995 yılında Manisa’da duyduğumuz annenin sesi 26 yıl sonra Kadıköy Meydanı’nda yankılandı. Annelerin çocuklarının arkasından çığlık atmayacağı bir yaşamı kurma sorumluluğu hepimizi çağırıyor. Haydi göreve…
BursaMuhalif.com/Haber Merkezi
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Özaydın
Analara kıymayın efendiler! Boğaziçi
Hasan Özaydın yazdı;
26 Aralık 1995'te Manisa’da bir vagona "Paralı eğitime hayır" yazdıkları gerekçesiyle 16 genç gözaltına alınır. Birkaç gün sonra savcının izniyle çocuklarıyla görüşen aileleri ciddi işkence izlerine tanık olurlar. 18 yaşındaki çocuklar düzmece suçlamalarla mahkemeye çıkarılır ve tutuklanırlar. Kızı tutuklanarak cezaevi aracına bindirilen bir annenin “yapmayın! O daha bir çocuk!” yakarışı o günleri anlatan en etkili cümle olarak hep hafızalarımızda kaldı. Aylarca tutuklu kalan öğrenciler beraat ederken yıllar süren dava sonucunda işkence yapan polisler işkence suçundan toplam 85 yıl ceza aldılar.
2 Şubat günü İstanbul Kadıköy’de Boğaziçi mücadelesini desteklemek için eylem kararı alındı. Eylem alanına giden öğrencilere plastik mermi atıldı, gaz sıkıldı, dövülerek, yerlerde sürüklenerek 150’ye yakın öğrenci gözaltına alındılar.
Tam bu saldırıların yaşandığı sırada öğrencilerin annesi yaşında bir kadın 5-6 polisin arasında sürüklenerek götürülen öğrenciyi kurtarmaya çalışıyor. Başaramayınca umutsuzlukla başka bir öğrenciyi yöneliyor defalarca uğraştıktan sonra çaresizlikle polislere dönüp ağlayarak:
“Yapmayın ya o çocuklar bu ülkenin geleceği, almayın bu çocukları. Böyle yaparsanız bu çocuklarda bu ülkeden gidecekler, bu çocuklar bu ülkenin olmazsa olmazı. İlk 300’e girmişler. Dünyanın her tarafından burs verilirken burada kalmışlar. Bu çocukları dövüyorsunuz, tutukluyorsunuz, utanmıyorsunuz.”
Bugün izlediğimiz görüntüler zerre kadar vicdanı olan her yurttaşı mutlaka derinden yaralamıştır. O nedenle tüm büyük kentlerimizde destek eylemleri düzenlenmiş, Ankara’da benzer saldırı ve gözaltılar yaşanmıştır.
Öğrencilerin talepleri net
Bu sürecin, 2 Ocak gece yarısı Melih BULU’nun Boğaziçi Üniversitesine atanmasıyla başladığını hepimiz biliyoruz. Atama sonrası Boğaziçi öğretim üyeleri, öğrenciler ve hatta çalışanlar hep birlikte bu atamaya hayır demişlerdir. Tepkilerini dile getirmek amacıyla da Anayasada yazdığı gibi “silahsız ve saldırısız açıklama yapmak” istediler. Önce tüm üniversite ve çevresi polis ablukasına alındı, son yılları anlatan üniversiteye kelepçe fotoğrafı yaşandı sonra gece yarısı eyleme katılan öğrencilerin evleri basılarak gözaltına alındılar.
Öğrencilerin Melih BULU istifa etsin, polis üniversiteden çıksın taleplerine, gözaltına alınan veya tutuklanan öğrenciler serbest bırakılsın talebi de eklendi.
Şimdiye kadar onlarca üniversiteye benzer atama yapılmış ve böyle bir tepki yaşanmamışken neden Boğaziçi’nde bu sürecin yaşandığını Üniversitenin geçmişinde ve yarattığı kültürde aramak gerekir.
Boğaziçi Üniversitesi 1863 yılında eğitmen, mucit, teknisyen ve mimar olan Dr. Cyrus Hamlin ile New York'lu Mr. Christopher Rheinlander Robert tarafından Robert Koleji olarak kurulmuş, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma bir okuldur. 1971 yılında okulu Amerikalı olan kurucular tüm haklarıyla Türkiye’ye devretmiş ve Boğaziçi Üniversitesi adını almıştır.
Boğaziçi Üniversitesi kurulduğu günden bu yana tüm rektörleri seçim yoluyla atanmıştır. 2016 yılına kadar uygulanan yönteme göre; Üniversitelerde öğretim üyeleri arasında serbest seçimler yapılır, en çok oyu alan 6 kişi YÖK’e bildirilir. YÖK bunlardan üçünü cumhurbaşkanlığına sunar, cumhurbaşkanı da kendisine gönderilen 3 kişiden birini rektör olarak atardı. Bu atama da elbette demokratik değildi. Çünkü cumhurbaşkanları en fazla oyu alanı değil, 3. sırada bile olsa istediğini atayabiliyordu. Bunun örnekleri de hayli yaygındı.
İşte Boğaziçi kültürü diye adlandırılan uygulama burada devreye giriyordu. Boğaziçi’nde seçimde sıralamaya giren adaylar, isimleri cumhurbaşkanlığına bildirildikten sonra 2. ve 3. sırada yer alan adaylar görevlerinden çekildiklerine dair dilekçe veriyor, böylece cumhurbaşkanı zorunluluktan ilk sırada seçilen kişiyi atamak zorunda kalıyordu. Böylece üniversite, birinci sırada seçtiği insanlar tarafından yönetiliyordu. Bunun tek istisnası 1980 darbesi sonrası yapılan atama ikincisi de Melih Bulu’nun atanmasıdır. Boğaziçi’nde okuyan veya mezun olanlar geçmişte görev yapan rektörlerin sık sık kampüs içinde dolaştığını, kantine gelerek öğrencilerle aynı masada oturup çay içerek sohbet ettiğini, öğrencilere kapısının her zaman açık olduğunu aynı tutumun dekanlar ve öğretim üyeleri tarafından da hayata geçirdiğini anlatırlar. Bu gelenek sonucu özellikle 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarının yaşandığı günlerde bile üniversite yönetimi kampüse emniyet kuvvetlerinin girmesine izin vermemiş, demokratik tartışma ortamı sayesinde bu süreç aşılmıştır. Benzer bir tutum 1998’li yıllarda “başörtüsü” eylemlerinde de sürdürülmüş, hatta sol görüşlü öğrenciler derslere başörtüyle girerek bu talebe sahip çıkmış üniversite her sorunu kendi içinde konuşarak çözme geleneğini sürdürmüştür.
Kampüste keskin nişancı
Bugün okulda keskin nişancıların konuçlanması, resmi, sivil yüzlerce polisin adeta kampüsü ablukaya alması tüm üniversite bileşenlerinin ilk defa gördükleri bir durumdur. Melih Bulu tarafından yapılan hiçbir görüşme talebine öğretim görevlilerinin yanıt vermemesi, görev kabul etmemesinin altında yatan gerçeklerden sadece biridir. Yıllardır üniversitelerin bağımsız ve özerk olması gerektiğini, ancak böyle bir
iklimde bilimin sermayeden ve devletten bağımsız olarak gelişebileceğini, demokrasinin gerçek anlamda hayata geçirilebileceğini ifade ettik ve hayat bizi doğruladı.
Melih Bulu yaptığı açıklamada eğer kendisine izin verilirse Boğaziçi Üniversitesini dünya sıralamasında ilk yüze çıkaracağını söylemektedir. Melih Bulu’yu anlamak için bu söylediklerine bakmak yeter. 2021 yılı dünya üniversiteler sıralaması Ocak ayında yayınlandı. Bu sıralamaya göre ilk yüzde; Amerika 37, İngiltere 11, Almanya 7, Çin 6, Avustralya 6, Kanada 5 üniversite ile yer almaktadır.
93 ülkeden 1.500'den fazla üniversiteyi içeren Dünya Üniversite Sıralamaları 2021 listesinde Türkiye'den 44 üniversite yer almaktadır. Tabloda görüldüğü gibi Boğaziçi Üniversite’si dünya sıralamasında 600-800 arasındadır. Melih Bulu’nun dediğini yapabilmesi için önünde olan en az 600 üniversiteyi geçmesi gerekmektedir. Dört yıl içinde bunun ne kadar temelsiz bir söz olduğunu en iyi öğretim üyeleri bildiği için atandığından bu güne her gün sırtlarını rektörlük binasına dönerek açıklama yapmaktadırlar. Melih Bulu’ya Belediye başkanı aday adayı olduğunda 1200 belediyeden birini, milletvekili aday adayı olduğunda 600 milletvekilliğinden birini layık görmeyen AKP, ülkenin en saygın üniversitelerinden birinde rektörlüğü layık görmüştür.
Sonuçta iki milyon öğrencinin katıldığı üniversite sınavında ilk bin veya en kötü beş binde yer alan öğrencilerin okuduğu üniversiteye Melih Bulu bu üniversitede öğretim üyesi kadrosuna atanmadan paraşütle indirilmiştir.
AKP iktidarının tüm bakanları ve milletvekilleriyle bu olayı gerçek taleplerinden çıkarıp “kutsalımıza hakaret ettiler, LGBTİ’li kişiler tarafından eylem örgütleniyor” açıklamaları tamamen gündemi başka bir alana taşıyıp süreci din tartışmasına çekme gayretidir. Çünkü meselenin aslında söyleyecek sözleri yoktur. Tamam, mahallenin muhtarı en fazla oyu alarak seçildi. Bu muhtarın bizim siteye dışardan yönetici atama hakkını vermez ki. Mesele aslında bu kadar basittir.
Uzatmadan sonuca gelelim. Peki, ne olacak? Bu süreç nasıl sonuçlanacak? Boğaziçi Üniversitesine 77. sırada giren Berkay, bir televizyonun canlı yayın yaptığını duyup evinden şortuyla çıkıp yayın aracının yanına geldi. Açıklamaları, söylemi, kararlılığı gayet netti. Taleplerini de açık ve net ifade etti.
Bu taleplerin hayat bulması eğer sadece Üniversite bileşenlerine bırakılırsa biraz zor gibi görünüyor. Elbette üniversite bileşenleri bu mücadelenin ana öznesidir. Ancak mücadeleye sahip çıkılmazsa etrafları örülmezse bir aydır sokakta olan üniversitelilerin tüm baskı ve saldırılara karşı direnebilmeleri gerçekten zor. Bugün birçok ilde Emek ve Demokrasi güçlerinin bu taleplere sahip çıkmaları anlamlıdır. Eğer aynı kararlılık ve kitlesellikle devamı getirilebilirse kazanmak mümkün olur, pandemi süreci nedeniyle toplumsal muhalefet üzerindeki ölü toprağı da bir nebze atılmış olur.
Son söz; 1995 yılında Manisa’da duyduğumuz annenin sesi 26 yıl sonra Kadıköy Meydanı’nda yankılandı. Annelerin çocuklarının arkasından çığlık atmayacağı bir yaşamı kurma sorumluluğu hepimizi çağırıyor. Haydi göreve…
BursaMuhalif.com/Haber Merkezi