Yavaş yavaş ölüyoruz, doğadan koptuğumuzdan beri! | Günnur Ekşi Ataokay
Yazının Giriş Tarihi: 13.08.2023 11:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.08.2023 11:54
Film Dersu’nun ağaçların gölgesindeki mezarını arayan ‘kapitan’la başlıyor.
Ağaçlar yerinde değil!
Ağaçları soruyor ama kimse bilmiyor.
Dersu; doğanın kucağında, doğaya karışmış ve artık bütün benliğiyle doğaya ait…
Üniversitede sinema tarihi derslerimizi özellikle çok severdim.
Meral hocamızın o disiplinli, dikkatli ve sürükleyici anlatımı, fakültenin özel sınıfı gibi gözüken Radyo, TV ve Sinema bölümü öğrencileri olan biz 20 kişi için en verimli derslerden biriydi.
‘Trenin gara girişi’ ile yapılan sinema tarihi açılışı aslında dersimiz için de geçerliydi.
İşte bu derslerden birinde tanıştım Akira Kurosawa ile.
Sinema tarihi için ne kadar önemli olduğunu o zamanlarda anlamaya başladım.
Filmleri, çekim teknikleri, senaryoları, yönetmenlik dehası vs. diye uzayıp gider Akira Kurosawa.
Çok etkilendiğim sanatçıların –bütün sanat dalları için geçerli- hayatlarını araştırdığımda yaşamlarının benzer senaryolar üzerinde ilerlediğini görüyorum.
Pek azı hayattayken başarılarıyla takdir edilebilmiş.
Akira, Japon sineması içinde yetişmiş, neredeyse her yıl film çekebilen, bu filmlerle önemli ödüller de alan ancak Dersu Uzala filmine başlamadan hemen öncesinde ciddi ekonomik ve psikolojik buhran içinde olan yetenekli bir yönetmendi.
O zamanın Sovyet Rusya’sı tarafından filmi yönetmesi için gelen teklif pek çok açıdan çok yerinde bir karar olmuş.
Akira’nın dehası, Maksim Munzuk’un sanki Dersu olmak için doğmuş dedirten oyunculuğu ile birleşince ortaya bir türe ait olamayacak kadar muazzam bir film çıkmış.
İnsanın insanla ilişkisi, insanın doğayla ilişkisi üzerine çok etkileyici bir film...
Filmle ilgili her türlü bilgiye kolayca ulaşabileceğiniz için o kısmını sizin merakınıza bırakıp, Dersu filminin neden bu kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışayım.
Dersu gerçekten yaşamış; bilgeliği, her canlıya duyduğu şefkati ve saygısı sebebiyle çok önemli bir karakter.
Kaldıkları kulübeden ayrılırken onlardan sonra uğrama ihtimali olan, asla tanışmayacağı insanlar için erzak bıraktırması, yağmurun biraz sonra dineceğini kuşların ötüşünden anlaması, kapitanı hayatta tutabilmek için yaptığı çadır…
Dersu gibi tripotumla çadır kurmak istiyorum demiştim filmi ilk izlediğimde.
Çocukluğum Uludağ’ın güney eteklerinde, dağın rakımına yakın yükseklikte ardıç ve çam ağaçlarıyla çevrili.
Che’nin tabiriyle ‘Soğuk, yıldızlarla dolu bir dağ köyü’…
Buğday tarlasının ortasına atılmış bir döşekte, dedem ve babaannemin ortasında, gökyüzünde yıldızları izlediğim bir gece var hatıramda.
Sabah kalkıp dağ tavşanlarının izini sürdüğüm, ardıç ağacının eğri gövdesinde sırtımı yaslayıp oturduğum, kekik, çam ve keçi kokulu bol bol.
Atalarım Orta Asyalı.
Bu yüzden, o dört yaşlarındaki kız çocuğunu hayal ederken kırmızı yanaklı, çekik, parlak gözlü çocuğu canlandırabilirsiniz gözünüzde.
Doğayla uyumlu son kuşak…
Bu cümle rahatsız edebilir ya da hak verebilirsiniz ama gerçek bu.
Ben ait olduğum yerde değilim.
Benim kızım o al yanaklı, gözünün içi sağlık ve merakla parlayan çocuk değil.
Ayın dönümlerini izleyemiyor, yıldızları göremiyor şehir ışıklarından.
Çam ağaçlarının sesini, kokusunu bilmiyor.
Tercih gibi görünen ama asla bir seçenek olmayan bu doğayla uyumlu yaşamdan çok uzağız artık.
Eğitim için iş için insanın çok, doğanın az olduğu yerde yaşamaya mahkum edildik.
Benim köklerim orada olduğu için az da olsa deneyimleyebiliyor ama aslında oraya ait olmalıydı…
İnsan doğanın bir parçası, ondan ayrı ya da üstün değil.
Ancak doğayla uyumlandığında tamamlanan, ağaçtan, kuştan ya da nehirden ayrı olmayan, ayrıldığında ruhunda derin bir boşluk oluşan…
Dersu Uzala karakteri insanın hayatta kalma koşulunun doğaya duyulan saygıdan geçtiğini, günlerce onları takip eden kaplanı yaralamak zorunda kaldığında yaşadığı üzüntüyle de vuruyor yüzümüze.
Onunla konuşuyor. İkna etmeye çalışıyor. Tüm canlıları dinliyor, görüyor.
Kapitanı onu, endişe duyduğu için şehre götürdüğünde yavaş yavaş ölümünü izliyoruz Dersu’nun…
Hepimiz yavaş yavaş ölüyoruz Dersu gibi, doğadan koptuğumuzdan beri.
Birbirlerine kökleriyle besin gönderen o ağaçları kestiğimiz, yaktığımız, nehirlerin önüne bentler kurduğumuz, toprağı zehirlediğimiz günden beri…
Yıldızların ışığı o kadar yakın ki bize aslında, onların aydınlattığı bir yolda yürüyebiliyorsunuz.
Yürüdüm, biliyorum.
Ruhumuzun ait olduğu doğaya ihanetle kaybettiğimiz huzurumuzu bulmanın bir yolu yok doğada olmaktan başka.
Dersu Uzala benim bağ kurduğum bir karakter ve film.
Akira Kurosawa ise bu film ile sınırlı değil elbette.
Onunla yolculuğum meşhur spagetti western ‘Dolar üçlemesi’ni izlediğimde yeniden kesişti.
Yojimbo, Clint Eastwood ile yeniden çıktı karşıma.
Üçleme konuşulacaksa kesin olarak Yojimbo’ya saygı duruşu ile başlamak gerekir.
Bir de son filmi var Akira’nın, Madadayo (henüz değil)
Filmin mükemmelliğini bir kenara ve anlamına bir soru işareti koyarak tavsiye listeme ekliyorum.
Akira’nın bütün filmleri içinde, hayatımın bütünü içinde kendimi bulduğum olmak istediğim başka bir karakter yok, sevgili Dersu…
-Kaç yaşındasın?
-Bilmiyorum. Çok uzun zamandır yaşıyorum…
Günnur Ekşi Ataokay
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Günnur Ekşi Ataokay
Yavaş yavaş ölüyoruz, doğadan koptuğumuzdan beri! | Günnur Ekşi Ataokay
Film Dersu’nun ağaçların gölgesindeki mezarını arayan ‘kapitan’la başlıyor.
Ağaçlar yerinde değil!
Ağaçları soruyor ama kimse bilmiyor.
Dersu; doğanın kucağında, doğaya karışmış ve artık bütün benliğiyle doğaya ait…
Üniversitede sinema tarihi derslerimizi özellikle çok severdim.
Meral hocamızın o disiplinli, dikkatli ve sürükleyici anlatımı, fakültenin özel sınıfı gibi gözüken Radyo, TV ve Sinema bölümü öğrencileri olan biz 20 kişi için en verimli derslerden biriydi.
‘Trenin gara girişi’ ile yapılan sinema tarihi açılışı aslında dersimiz için de geçerliydi.
İşte bu derslerden birinde tanıştım Akira Kurosawa ile.
Sinema tarihi için ne kadar önemli olduğunu o zamanlarda anlamaya başladım.
Filmleri, çekim teknikleri, senaryoları, yönetmenlik dehası vs. diye uzayıp gider Akira Kurosawa.
Çok etkilendiğim sanatçıların –bütün sanat dalları için geçerli- hayatlarını araştırdığımda yaşamlarının benzer senaryolar üzerinde ilerlediğini görüyorum.
Pek azı hayattayken başarılarıyla takdir edilebilmiş.
Akira, Japon sineması içinde yetişmiş, neredeyse her yıl film çekebilen, bu filmlerle önemli ödüller de alan ancak Dersu Uzala filmine başlamadan hemen öncesinde ciddi ekonomik ve psikolojik buhran içinde olan yetenekli bir yönetmendi.
O zamanın Sovyet Rusya’sı tarafından filmi yönetmesi için gelen teklif pek çok açıdan çok yerinde bir karar olmuş.
Akira’nın dehası, Maksim Munzuk’un sanki Dersu olmak için doğmuş dedirten oyunculuğu ile birleşince ortaya bir türe ait olamayacak kadar muazzam bir film çıkmış.
İnsanın insanla ilişkisi, insanın doğayla ilişkisi üzerine çok etkileyici bir film...
Filmle ilgili her türlü bilgiye kolayca ulaşabileceğiniz için o kısmını sizin merakınıza bırakıp, Dersu filminin neden bu kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışayım.
Dersu gerçekten yaşamış; bilgeliği, her canlıya duyduğu şefkati ve saygısı sebebiyle çok önemli bir karakter.
Kaldıkları kulübeden ayrılırken onlardan sonra uğrama ihtimali olan, asla tanışmayacağı insanlar için erzak bıraktırması, yağmurun biraz sonra dineceğini kuşların ötüşünden anlaması, kapitanı hayatta tutabilmek için yaptığı çadır…
Dersu gibi tripotumla çadır kurmak istiyorum demiştim filmi ilk izlediğimde.
Çocukluğum Uludağ’ın güney eteklerinde, dağın rakımına yakın yükseklikte ardıç ve çam ağaçlarıyla çevrili.
Che’nin tabiriyle ‘Soğuk, yıldızlarla dolu bir dağ köyü’…
Buğday tarlasının ortasına atılmış bir döşekte, dedem ve babaannemin ortasında, gökyüzünde yıldızları izlediğim bir gece var hatıramda.
Sabah kalkıp dağ tavşanlarının izini sürdüğüm, ardıç ağacının eğri gövdesinde sırtımı yaslayıp oturduğum, kekik, çam ve keçi kokulu bol bol.
Atalarım Orta Asyalı.
Bu yüzden, o dört yaşlarındaki kız çocuğunu hayal ederken kırmızı yanaklı, çekik, parlak gözlü çocuğu canlandırabilirsiniz gözünüzde.
Doğayla uyumlu son kuşak…
Bu cümle rahatsız edebilir ya da hak verebilirsiniz ama gerçek bu.
Ben ait olduğum yerde değilim.
Benim kızım o al yanaklı, gözünün içi sağlık ve merakla parlayan çocuk değil.
Ayın dönümlerini izleyemiyor, yıldızları göremiyor şehir ışıklarından.
Çam ağaçlarının sesini, kokusunu bilmiyor.
Tercih gibi görünen ama asla bir seçenek olmayan bu doğayla uyumlu yaşamdan çok uzağız artık.
Eğitim için iş için insanın çok, doğanın az olduğu yerde yaşamaya mahkum edildik.
Benim köklerim orada olduğu için az da olsa deneyimleyebiliyor ama aslında oraya ait olmalıydı…
İnsan doğanın bir parçası, ondan ayrı ya da üstün değil.
Ancak doğayla uyumlandığında tamamlanan, ağaçtan, kuştan ya da nehirden ayrı olmayan, ayrıldığında ruhunda derin bir boşluk oluşan…
Dersu Uzala karakteri insanın hayatta kalma koşulunun doğaya duyulan saygıdan geçtiğini, günlerce onları takip eden kaplanı yaralamak zorunda kaldığında yaşadığı üzüntüyle de vuruyor yüzümüze.
Onunla konuşuyor. İkna etmeye çalışıyor. Tüm canlıları dinliyor, görüyor.
Kapitanı onu, endişe duyduğu için şehre götürdüğünde yavaş yavaş ölümünü izliyoruz Dersu’nun…
Hepimiz yavaş yavaş ölüyoruz Dersu gibi, doğadan koptuğumuzdan beri.
Birbirlerine kökleriyle besin gönderen o ağaçları kestiğimiz, yaktığımız, nehirlerin önüne bentler kurduğumuz, toprağı zehirlediğimiz günden beri…
Yıldızların ışığı o kadar yakın ki bize aslında, onların aydınlattığı bir yolda yürüyebiliyorsunuz.
Yürüdüm, biliyorum.
Ruhumuzun ait olduğu doğaya ihanetle kaybettiğimiz huzurumuzu bulmanın bir yolu yok doğada olmaktan başka.
Dersu Uzala benim bağ kurduğum bir karakter ve film.
Akira Kurosawa ise bu film ile sınırlı değil elbette.
Onunla yolculuğum meşhur spagetti western ‘Dolar üçlemesi’ni izlediğimde yeniden kesişti.
Yojimbo, Clint Eastwood ile yeniden çıktı karşıma.
Üçleme konuşulacaksa kesin olarak Yojimbo’ya saygı duruşu ile başlamak gerekir.
Bir de son filmi var Akira’nın, Madadayo (henüz değil)
Filmin mükemmelliğini bir kenara ve anlamına bir soru işareti koyarak tavsiye listeme ekliyorum.
Akira’nın bütün filmleri içinde, hayatımın bütünü içinde kendimi bulduğum olmak istediğim başka bir karakter yok, sevgili Dersu…
-Kaç yaşındasın?
-Bilmiyorum. Çok uzun zamandır yaşıyorum…
Günnur Ekşi Ataokay