Havana’nın dökük duvarlı ama inadına rengarenk evlerinden oluşan sokaklarında yürüyorum...
Sierra Maestra'nın patikalarını izleyerek zirveye tırmanıyorum...
Kulağımda bir melodi, tek bir ses;
İbrahim Ferrer…
Sipariş üzerine getirttiğim Buena Vista Social Club albümünü almak için sabah açılır açılmaz mağazanın kapısındayım.
2008 yılının o günü hangi mevsime denk geliyordu emin değilim çünkü ben her mevsimde yürümekten büyük keyif aldığım bir istikamette kulaklığımı takıp çoktan albümde kaybolmuştum.
Altıparmak Caddesi üzerinden Kükürtlü’ye doğru devrilip o caddenin de tadını kulağımda oldukça sevdiğim bir halkın melodileriyle çıkarttım.
Meşhur Carnegie Hall’de aslında çok uzun süre önce canlı kayda alınan bu performans albümünü stüdyo albümünden ayırmak oldukça zor.
Müzisyenler başarılı, vokaller başarılı, bunun sonucunda albüm başarılı…
Müzisyen bir ailenin ortanca çocuğuyum.
Ablam müzik tarihi derslerini benimle çalışırdı.
Evde sürekli bir enstrüman sesi vardı.
Babam bağlama, ablam keman ve piyano.
Ve bağlama çalarken kendini bir anda Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi’nde viyola da çalarken bulan erkek kardeşim.
Ben evden bu insanları meşhur edecek birinin de çıkması lazım diyerek İletişim Fakültesi’ne yöneldim.
Aile arasında bir şaka.
Ama müzik benim hayatımın daimi bir parçası oldu; iyi ve meraklı bir dinleyici, zaman zaman vokale eşlik eden iddiasız solist.
Birden fazla müzik türüne maruz kalmam büyük bir şanstı.
Bu ortam beni sevdiğim müziklerin ve müzisyenlerin tarihini bilmeye yöneltti doğal olarak.
Ferrer’in sesini ilk duyduğumda aynı güdüyle peşine düştüm elbette.
Yüzündeki o gülümseme mutluymuş gibi, neşeli şarkılar söylüyor gibi ama hayır dipten gelen his farklı.
Sayısız ambargoya maruz kalan Küba’nın devrimine şahitlik etmiş İbrahim Ferrer, neredeyse 70 yaşında o önemli telefonu aldığında müzisyenliği bırakmış ve geçinebilmek için ayakkabı boyayan umutsuz bir sanatçıydı. Ölümünden birkaç gün öncesine kadar da sahnedeydi.
Ferrer o adanın sesiydi benim için.
Küba adı geçtiğinde ister istemez Fidel ve Che’den bahsetmek bir zorunluluk gibi ama benim için değil.
Bu yazı, uğruna mücadele ettikleri halkın yetenekli bir bireyinin gözünden Küba’ya bakmak için…
Ben Küba'yı bir de oraya ait, daha kendi halinde ve kendini sanatla ama yine de ülkesi Küba gibi bir devrimle dünya müziğine armağan edilmiş Ferrer’in hayatıyla anlamak ve sorgulamak istiyorum.
Fidel ve Ernesto'nun Kübası benim için bir yazı değil, kitap konusu. Devam eden ve onun hakkını vermeye çalıştığım çok daha büyük ve uzun bir yazı onların hikayesi.
(Bir de söylemeden edemeyeceğim, o iki ismin yanında Camilo’yu da eklemek şart, yani bence)
İbrahim Ferrer'i kişisel olarak Küba ile özdeş görmemin çok sebebi var.
Bahamalar esintisinde gününü yaşamış değil, o rüzgarda kavrulmuş bir ruh çünkü.
İbrahim Ferrer yüzyıllar önce Afrika'dan gemilerle getirilen köle torunlarından biri.
Adanın yerli halkı hem hastalıkla hem de sömürgecilerin şiddetiyle soykırıma uğradıkları için, Afrika’dan yüzyıllar önce getirilenlerin artık oranın yerlisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Amerika adaya demokrasi(!) getirdikten sonra siyahlar ve beyazlara ayrılan alanlarda, 14-15 yaşında müziğe adım atmış Ferrer.
Ülke halkının yüzyılllardır çektiği özgürlük acısının yanında ona eşlik eden en güçlü durum yoksulluk.
Yıllarca bütün bunlara tüm halk gibi katlandı ve sanatçı ruhu yorulduğu için artık müzik yapmamaya karar verdi.
Ancak aldığı bir telefon sonrası hayatı tamamen değişti.
Adını Küba’nın ABD tarafından sömürüldüğü dönemde oldukça canlı bir kulüpten alan ‘Buena Vista Social Club’ grubuna dahil olmak, Ferrer’in hayatı boyunca çektiği çilelerin anlamını bulmasını sağladı.
Latin Grammy’nin sahibi oldu.
Grupla sayısız ülkede, sayısız konser verdi.
İstanbul Caz Festivali’ne iki kez katıldı.
Konser sonunda üç kez bis yapmak zorunda kalmış söylenene göre.
Hayatta olsaydı eminim yine gelirdi.
Buena Vista Social Club, kurulduğu dönemden geriye kalan çok az üyesi ve gruba dahil olan yeni jenerasyon müzisyenlerle yoluna devam ediyor.
Ama Ferrer’in o hem hüzünlü hem neşeli sesi yok artık.
Fidelsiz Küba gibi…
İbrahim Ferrer Buena Vista Social Club grubundaki diğer müzisyenlerden çok da farklı bir hayat yaşamıyordu belki.
Muhtemelen çoğu aynı kaygılarla devam ediyordu hayatına.
Onu benim için farklı kılan şey sadece temsil ettiği adanın sesi değildi.
Ona bakınca kaygıyı, mütevaziliği, devrimci ruhu aynı anda görüyorum.
Neşet Ertaş gibi,
Bozkırın tezenesi değil ama onun ruhuyla arkadaş...
Gülnur Ekşi Ataokay
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Günnur Ekşi Ataokay
Benim için ‘Ada’nın sesiydi | Günnur Ekşi Ataokay
Küba’nın şeker plantasyonlarının arasındayım...
Havana’nın dökük duvarlı ama inadına rengarenk evlerinden oluşan sokaklarında yürüyorum...
Sierra Maestra'nın patikalarını izleyerek zirveye tırmanıyorum...
Kulağımda bir melodi, tek bir ses;
İbrahim Ferrer…
Sipariş üzerine getirttiğim Buena Vista Social Club albümünü almak için sabah açılır açılmaz mağazanın kapısındayım.
2008 yılının o günü hangi mevsime denk geliyordu emin değilim çünkü ben her mevsimde yürümekten büyük keyif aldığım bir istikamette kulaklığımı takıp çoktan albümde kaybolmuştum.
Altıparmak Caddesi üzerinden Kükürtlü’ye doğru devrilip o caddenin de tadını kulağımda oldukça sevdiğim bir halkın melodileriyle çıkarttım.
Meşhur Carnegie Hall’de aslında çok uzun süre önce canlı kayda alınan bu performans albümünü stüdyo albümünden ayırmak oldukça zor.
Müzisyenler başarılı, vokaller başarılı, bunun sonucunda albüm başarılı…
Müzisyen bir ailenin ortanca çocuğuyum.
Ablam müzik tarihi derslerini benimle çalışırdı.
Evde sürekli bir enstrüman sesi vardı.
Babam bağlama, ablam keman ve piyano.
Ve bağlama çalarken kendini bir anda Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi’nde viyola da çalarken bulan erkek kardeşim.
Ben evden bu insanları meşhur edecek birinin de çıkması lazım diyerek İletişim Fakültesi’ne yöneldim.
Aile arasında bir şaka.
Ama müzik benim hayatımın daimi bir parçası oldu; iyi ve meraklı bir dinleyici, zaman zaman vokale eşlik eden iddiasız solist.
Birden fazla müzik türüne maruz kalmam büyük bir şanstı.
Bu ortam beni sevdiğim müziklerin ve müzisyenlerin tarihini bilmeye yöneltti doğal olarak.
Ferrer’in sesini ilk duyduğumda aynı güdüyle peşine düştüm elbette.
Yüzündeki o gülümseme mutluymuş gibi, neşeli şarkılar söylüyor gibi ama hayır dipten gelen his farklı.
Sayısız ambargoya maruz kalan Küba’nın devrimine şahitlik etmiş İbrahim Ferrer, neredeyse 70 yaşında o önemli telefonu aldığında müzisyenliği bırakmış ve geçinebilmek için ayakkabı boyayan umutsuz bir sanatçıydı. Ölümünden birkaç gün öncesine kadar da sahnedeydi.
Ferrer o adanın sesiydi benim için.
Küba adı geçtiğinde ister istemez Fidel ve Che’den bahsetmek bir zorunluluk gibi ama benim için değil.
Bu yazı, uğruna mücadele ettikleri halkın yetenekli bir bireyinin gözünden Küba’ya bakmak için…
Ben Küba'yı bir de oraya ait, daha kendi halinde ve kendini sanatla ama yine de ülkesi Küba gibi bir devrimle dünya müziğine armağan edilmiş Ferrer’in hayatıyla anlamak ve sorgulamak istiyorum.
Fidel ve Ernesto'nun Kübası benim için bir yazı değil, kitap konusu. Devam eden ve onun hakkını vermeye çalıştığım çok daha büyük ve uzun bir yazı onların hikayesi.
(Bir de söylemeden edemeyeceğim, o iki ismin yanında Camilo’yu da eklemek şart, yani bence)
İbrahim Ferrer'i kişisel olarak Küba ile özdeş görmemin çok sebebi var.
Bahamalar esintisinde gününü yaşamış değil, o rüzgarda kavrulmuş bir ruh çünkü.
İbrahim Ferrer yüzyıllar önce Afrika'dan gemilerle getirilen köle torunlarından biri.
Adanın yerli halkı hem hastalıkla hem de sömürgecilerin şiddetiyle soykırıma uğradıkları için, Afrika’dan yüzyıllar önce getirilenlerin artık oranın yerlisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Amerika adaya demokrasi(!) getirdikten sonra siyahlar ve beyazlara ayrılan alanlarda, 14-15 yaşında müziğe adım atmış Ferrer.
Ülke halkının yüzyılllardır çektiği özgürlük acısının yanında ona eşlik eden en güçlü durum yoksulluk.
Yıllarca bütün bunlara tüm halk gibi katlandı ve sanatçı ruhu yorulduğu için artık müzik yapmamaya karar verdi.
Ancak aldığı bir telefon sonrası hayatı tamamen değişti.
Adını Küba’nın ABD tarafından sömürüldüğü dönemde oldukça canlı bir kulüpten alan ‘Buena Vista Social Club’ grubuna dahil olmak, Ferrer’in hayatı boyunca çektiği çilelerin anlamını bulmasını sağladı.
Latin Grammy’nin sahibi oldu.
Grupla sayısız ülkede, sayısız konser verdi.
İstanbul Caz Festivali’ne iki kez katıldı.
Konser sonunda üç kez bis yapmak zorunda kalmış söylenene göre.
Hayatta olsaydı eminim yine gelirdi.
Buena Vista Social Club, kurulduğu dönemden geriye kalan çok az üyesi ve gruba dahil olan yeni jenerasyon müzisyenlerle yoluna devam ediyor.
Ama Ferrer’in o hem hüzünlü hem neşeli sesi yok artık.
Fidelsiz Küba gibi…
İbrahim Ferrer Buena Vista Social Club grubundaki diğer müzisyenlerden çok da farklı bir hayat yaşamıyordu belki.
Muhtemelen çoğu aynı kaygılarla devam ediyordu hayatına.
Onu benim için farklı kılan şey sadece temsil ettiği adanın sesi değildi.
Ona bakınca kaygıyı, mütevaziliği, devrimci ruhu aynı anda görüyorum.
Neşet Ertaş gibi,
Bozkırın tezenesi değil ama onun ruhuyla arkadaş...
Gülnur Ekşi Ataokay