Ne zaman yitirdik bu benzerliği bilmiyorum. Artık benzemiyoruz lakin. Yetmezmiş gibi, yaşadığımız yerleri de kendimize benzetiyoruz. Kentlerimiz de bizim gibi. Belleğini, ruhunu, dirimini yitirmiş, görkemle(!) yükseliyor. Paranın alabileceği her şeyin bir ederi var ve marka olmakla övünmekten ibaret yaşamın albenisi. Sahi, ne zaman değiştik havayı, suyu, toprağı, balığı, çiçeği, dağı bütün bu safsatayla? Neye benziyoruz şimdi?
Soluk almak epeyi güçleşti. Dört duvarın boğuculuğundan çıkıp da doğaya sığınmak imkânsız neredeyse. Yeşil Bursa diyor ya hemen herkes, söz ordan açıldığında; gülesi geliyor insanın.
Yeşil Bursa… Kendimi bu sözün güzelliğine kaptırıp yola revan oluyorum; Doğanbey’e varınca tüm iyi niyetimi gömüveriyorum, gökdelenlerin o bitimsiz uzamına. Eve dönmek tek çare sanki derken “Göl Yazıevi” ilanları çıkıyor karşıma. Ivır zıvır saraylarının, olmadı salonlarının, sen de köşklerinin sardığı kentin; inadına“doğa”kalanı: Gölyazı. Bir, “doğa” sözcüğünün zihinlerinizde harelenen güzelim hatırasını düşünün bir de sarayların, köşklerin, salonların iğreti şaşaasını. Kuş seslerinin hiçbir şeyle ölçülemeyen saflığını, güzelliğini, insanlığını ne çabuk unutmuşuz. Teslim etmişiz tüm güzel hatıralarımızı anamalcı düzenin vitrinlerine.
Bursa’nın yanı başında, tüm vakarıyla, postuna bürünmüş oturuyor Gölyazı. Kuş sesleriyle yıkıyor kentin günahlarını. Çınar dallarından el alıyor belki, belki suyun güneşte ışıldayan sihrinden. Öylece dem tutuyor zamana. Telaş, haz ve hırs yok oluveriyor. Bursa yeşil oluyor yeniden. Geçmiş, gökdelenlerin gölgesinden çıkıveriyor. Kent, insanına benziyor orada ve insan kentine. Irgandı’nın soluğu karışıyor nabzına Keşiş Dağı’nın. Zaman duruveriyor. Baba yadigârı toprakların, yapıların yüklenici firma veya kişi eliyle beton mezarlara dönüştürüldüğü bugünlerde, insanların yaşadığı yere benzeyebileceği son bir sığınak oluveriyor.
Çayımı yudumlayıp simidimi yerken Edip Cansever’in dizeleri düşüyor hatırıma:
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”
Soruyorum kendime, soluduğum havaya, evrene… Yetmiyor, yanıt alabilirim hevesiyle çay getiren yaşlı amcaya: “Gökyüzü nereye gitti be usta?”
Atalarsözü diyor ya malum olurmuş diye, gözlerinden saçılan kalender bir hüzünle düğümleyiveriyor boğazımı: “Kaçıvermiştir belki çocukluğuna!”
“Ya biz,” diyorum sayıklayarak eve dönüş yolunda.
“Ya biz?”H
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Azad Şirkan Yılmaz
Bursa’nın ‘doğa’ kalanı - Azad Şirkan Yılmaz
…
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
…
Edip CANSEVER
Ne zaman yitirdik bu benzerliği bilmiyorum. Artık benzemiyoruz lakin. Yetmezmiş gibi, yaşadığımız yerleri de kendimize benzetiyoruz. Kentlerimiz de bizim gibi. Belleğini, ruhunu, dirimini yitirmiş, görkemle(!) yükseliyor. Paranın alabileceği her şeyin bir ederi var ve marka olmakla övünmekten ibaret yaşamın albenisi. Sahi, ne zaman değiştik havayı, suyu, toprağı, balığı, çiçeği, dağı bütün bu safsatayla? Neye benziyoruz şimdi?
Soluk almak epeyi güçleşti. Dört duvarın boğuculuğundan çıkıp da doğaya sığınmak imkânsız neredeyse. Yeşil Bursa diyor ya hemen herkes, söz ordan açıldığında; gülesi geliyor insanın.
Yeşil Bursa… Kendimi bu sözün güzelliğine kaptırıp yola revan oluyorum; Doğanbey’e varınca tüm iyi niyetimi gömüveriyorum, gökdelenlerin o bitimsiz uzamına. Eve dönmek tek çare sanki derken “Göl Yazıevi” ilanları çıkıyor karşıma. Ivır zıvır saraylarının, olmadı salonlarının, sen de köşklerinin sardığı kentin; inadına “doğa” kalanı: Gölyazı. Bir, “doğa” sözcüğünün zihinlerinizde harelenen güzelim hatırasını düşünün bir de sarayların, köşklerin, salonların iğreti şaşaasını. Kuş seslerinin hiçbir şeyle ölçülemeyen saflığını, güzelliğini, insanlığını ne çabuk unutmuşuz. Teslim etmişiz tüm güzel hatıralarımızı anamalcı düzenin vitrinlerine.
Bursa’nın yanı başında, tüm vakarıyla, postuna bürünmüş oturuyor Gölyazı. Kuş sesleriyle yıkıyor kentin günahlarını. Çınar dallarından el alıyor belki, belki suyun güneşte ışıldayan sihrinden. Öylece dem tutuyor zamana. Telaş, haz ve hırs yok oluveriyor. Bursa yeşil oluyor yeniden. Geçmiş, gökdelenlerin gölgesinden çıkıveriyor. Kent, insanına benziyor orada ve insan kentine. Irgandı’nın soluğu karışıyor nabzına Keşiş Dağı’nın. Zaman duruveriyor. Baba yadigârı toprakların, yapıların yüklenici firma veya kişi eliyle beton mezarlara dönüştürüldüğü bugünlerde, insanların yaşadığı yere benzeyebileceği son bir sığınak oluveriyor.
Çayımı yudumlayıp simidimi yerken Edip Cansever’in dizeleri düşüyor hatırıma:
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”
Soruyorum kendime, soluduğum havaya, evrene… Yetmiyor, yanıt alabilirim hevesiyle çay getiren yaşlı amcaya: “Gökyüzü nereye gitti be usta?”
Atalarsözü diyor ya malum olurmuş diye, gözlerinden saçılan kalender bir hüzünle düğümleyiveriyor boğazımı: “Kaçıvermiştir belki çocukluğuna!”
“Ya biz,” diyorum sayıklayarak eve dönüş yolunda.
“Ya biz?”H