11. Yargı Paketi tartışmaları: Kimlik bir kanun maddesiyle kapatılamaz

Kamuoyunda 11. Yargı Paketi olarak bilinen ve LGBTİ+’lar için yasaklamaları ve cezaları barındıran yasa taslağı önümüzdeki günlerde Meclis’e getirilecek. Ecmel Deniz, taslağı, “Bu, ‘yalnızca bazı fiilleri cezalandırıyoruz’ meselesi değil. Bu, anlatma hakkını—hikâye kurma, görünür olma, dayanışmayı örgütleme hakkını—cezalandırılabilir bir zemine çekme girişimi.” olarak değerlendiriyor. 

Haber Giriş Tarihi: 27.10.2025 17:24
Haber Güncellenme Tarihi: 27.10.2025 17:24

İktidarın önümüzdeki günlerde Meclis’te görüşmeye açacağı, LGBTİ+ düşmanı politikalar içerdiği için tepki toplayan yasa taslağına dair her alanda kadınlar ve LGBTİ+lar mücadeleyi sürdürüyor. Bursa’da da bugün (27 Ekim) 18.30’da Fomara Meydanı’nda kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalara karşı Bursa Kadın Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelecekler.

Protesto öncesi taslağa dair görüşlerine başvurduğumuz Sosyolog Trans Aktivist Ecmel Deniz, sorularımıza cevap vererek yasa ile hayata geçirilmek istenenleri bizlere açıkladı.

11. Yargı Paketi ne getiriyor? ‘Hızlı yargı’ mı gerçekten?

Hızlı yargı kulağa çok masum geliyor: İşler beklemeyecek, adalet gecikmeyecek… Ama pratikte ‘hız’ nerede ve kimin üzerinde kullanılıyor. Burada gördüğüm, hızın adalet için değil, disiplin için devreye sokulması. Yani bazı alanlarda süreçleri hızlandırıp kapıları kapatmak, bazı alanlarda da caydırmayı çabuklaştırmak.

Somutlayacak olursam, cinsiyet uyumu için yaş sınırını 18’den 25’e itiyorlar. Bu, tam ehliyetli yurttaşa “Senin olgun olduğuna devlet karar verir” demek. Üstüne “üreme yeteneğinden sürekli yoksunluk” şartını geri çağıran bir çizgi var. Bu, beden üzerinde açık bir vesayet kurar. Raporu da bakanlığın belirleyeceği sınırlı sayıdaki hastaneye bağlayıp en az dört değerlendirme, üçer ay arayla gibi bir aralıkla maratona dönüştürüyorlar. Büyükşehir dışında yaşıyorsan yol, türlü masraflar, izin, damgalanma… Bu, “yapabilirsin” diye yazıp fiilen imkânsızlaştırma demek.

Ceza tarafı da aynı mantıkla örgütlenmiş. Mahkeme izni olmadan cinsiyet uyumuna dönük herhangi bir tıbbi müdahaleyaptığında, hekime 3–7 yıl, bunu yaptıran kişiye 1–3 yıl hapis tehdidi var. ‘Herhangi’ sözü çok kritik! Sahada bu, ameliyatla sınırlı kalmaz; hormon düzenlemesi, psikiyatrik-psikolojik eşlik, hatta estetik alanlar bile “ya başıma iş alırsam” şüphesiyle bloke edilebilir. Sağlıkçı risk görür, randevular ötelenir, süreç bilerek yavaşlatılır. Yani “hızlı yargı” dediğin, gerçekte hızlı caydırma mekanizması. Kapıları tık tık kapatıp bizi beklemeye, vazgeçmeye, görünmezleşmeye iten bir düzen.

Ben bu paketi şöyle okuyorum: Devlet, toplumsal cinsiyet düzenini yeniden kuruyor; kim makbul, kim değil, bunu hukuk üzerinden çiziyor. Ve bunu yaparken de ‘hız’ı bir operasyon ritmi olarak kullanıyor. Engel koy, riski büyüt, süreyi uzat; sonra “bak, süreç işliyor” de. İşleyen şey adalet değil, beden üzerinde disiplin.

Son dönemde LGBTİ+ karşıtı söylemle bu düzenlemeler arasında bağlantı var mı?

Var, aynı cümlenin iki yüzü diyebilirim. İktidar bir süredir aile, ahlak, cinsiyetsizleştirme etrafında bir panik hikâyesi kuruyor. Bu hikâyede trans ve genel olarak queer varoluş, sanki dışarıdan ithal bir ‘akım’, toplumun özüne tehdit, gençliğe musallat bir gölge gibi anlatılıyor. Şimdi bu söylem, yasa metninin ruhuna blok hâlinde taşınmış durumda.

Buradaki ideolojik çerçeve çok net: Kamusal alanı heteronormatif bir aile tanımı çevresinde yeniden çitlemek ve ‘makbul vatandaş’ı daraltmak. Beden ve kimlik üzerinde vesayeti güçlendirmek, özellikle üreme ve cinsiyet kimliği söz konusu olduğunda. Bunun için iki araç kullanılıyor: Bir, belirsizleştirme - muğlak kavramlarla herkesi potansiyel suçlu yapmak; iki, hızlandırma - takdir yetkisini büyütüp müdahaleyi çabuklaştırmak. Böylece ‘biz’ diye çizilen çember daralıyor. Çemberin dışına itilenler, translar başta olmak üzere, ‘düzenin düşmanı’ gibi kodlanıyor. Bu, yalnızca bize değil, norm dışına taşan herkese gözdağı. Maskülen kadın, feminen erkek, hatta ‘yanlış’ giyinen öğrenci… Hepsi bu iklimde hedefe daha açık hale geliyor, herkesin bedeni iktidar tarafından kontrol edilebilir bir hal alıyor. Bu bir düzen kurma meselesi. Bedenlerimiz, kimliklerimiz, arzularımız o düzenin sınırlarını çizmek için kullanılıyor. Bize ‘ahlak’ adıyla çizilen sınır aslında, devletin kendi gücünün sınırını yeniden tanımlama biçimi. Yani varoluşumuzun kamusal alanda görünür olması, iktidarın ‘tek kimlik, tek aile’ kurgusuna doğrudan bir meydan okuma. Bu yüzden de hedefteyiz. Bu nedenle şu noktada varoluşlarımız doğrudan hedefte. Çünkü bu paket, sadece söylem düzeyinde değil, yaşamın en temel alanlarına —bedene, sağlığa, kimliğe— müdahale ediyor. Yani geçici bir politik manevra değil, kalıcı bir disiplin inşası.

Devletin, özellikle otoriterleşen biçimlerinin, beden üzerinde kurduğu disiplin aslında bir iktidar refleksi. Ekonomide, hukukta, adalette meşruiyetini kaybedince, hakimiyetini yeniden gösterebileceği en görünür alan bedendir. Birinin ne giydiğine, ne zaman doğurduğuna, hangi ismi kullanabileceğine, nasıl bir bedende yaşayabileceğine karışmak… Bunlar, “Devlet olarak hala buradayım” demenin yolları. Yani beden, o iktidarın son kalesi gibi. Ahlak ve aile kavramları hem tabana “değerlerin korunuyor” mesajını verir, hem de toplumun geri kalanını korkuyla hizaya sokma girişimi sağlar. Suskunluk yaratarak da itaat üretmeye çabalıyorlar diyebiliriz.

Öfkeye yasal kılıf hazırlanıyor

Bu yüzden bu yargı paketinin amacı, yalnızca toplumun öfkesini yönlendirmek değil, aynı zamanda o öfkenin hedefini yasal bir gerçeklik hâline getirmek. Artık sadece nefret söylemiyle değil, yasa metniyle cezalandırılabilir, denetlenebilir bir kimliğe dönüştürülüyoruz. Bu çok daha kalıcı bir şey.

Ama şunu da biliyorum, beden baskının nesnesi olduğu kadar direnişin de zemini. Bizi yok saymak istediklerinde biz başka bir yerden var oluyoruz. Görünürlüğümüzün başka biçimleri, anlatmanın başka yolları hep var. Çünkü kimlik bir kanun maddesiyle kapatılamaz. Onlar bedenimizi susturmaya çalıştıkça, biz bedenimizle konuşmanın yeni yollarını buluyoruz.

Oto sansür artacak: Dernek salon vermez, belediye ortaklık yapmaz

Bu paket sivil toplumun ve hak savunucularının alanını kısıtlar mı?

Kesinlikle. En kritik hamle şu, “Doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışları teşvik/övme/özendirme” gibi muğlak ifadeleri hapis tehdidiyle birleştiriyorlar. Muğlaklık, cezadan daha öldürücü çünkü oto-sansürü patlatır. Dernek salonu vermez, belediye ortaklık yapmaz, üniversite topluluğu etkinlik iptal eder, mekân “riske girmeyelim” der. Hukuken gri alan, fiiliyatta kapkara olur.

“Başımıza iş alır mıyız?” bariyeri

Bir de sağlık ayağının dolaylı etkisi var. Hekimler cezai risk görünce geri çekilir, yönlendirmeler kesilir, raporlar yokuşa sürülür. Bu sadece bireyin değil, onunla çalışan STK’ların, dayanışma ağlarının, öğrencilerin, akademik birimlerin kriminalize edilmesi anlamına gelir. Üstelik dijital alan da bundan nasibini alır: erişim engeli, içerik kaldırma, ‘özendirme’ bahanesiyle kampanyaların görünürlüğünü kesme… Yani tek tek yasak kararlarına kalmadan, iklim değişir. O iklimde en basit atölye bile “Acaba başımıza iş alır mıyız?” bariyerine çarpar.

Burada ben bir şeyin altını kalın çizmek istiyorum: Bu, “Yalnızca bazı fiilleri cezalandırıyoruz” meselesi değil. Bu, anlatma hakkını—hikâye kurma, görünür olma, dayanışmayı örgütleme hakkını—cezalandırılabilir bir zemine çekme girişimi. Çünkü hikâyeyi susturduğunda, özneyi de susturursun.

Müdahale kolaylaşır, yasaklar artar, soruşturmalar genişler

LGBTİ+’lara yönelik nefret ve ayrımcılıkla mücadelede nasıl bir süreç olur?

Böyle bir yasal iklimde nefret kendine daha meşru bir kılıf bulur. ‘Ahlak’ ve ‘aile’ perdesi, pratikte “Şu kimlikler kamusal alanı daraltır, şu sözler toplumu bozar” gibi bir ön kabule dönüşür. Kolluk daha rahat müdahale eder, valilik yasakları ‘olağan tedbir’ diye sunulur, savcılık soruşturmaları ‘özendirme’ başlığıyla genişler. Sokakta da “madem yasa böyle” özgüveniyle hakaretin eşiği düşer, şiddetin cesareti artar. Yani normalleşme ve tırmanma riski yüksektir.

“Düzen kanunla değil, gündelik pratikle sürer”

Ama bütün resim bu değil. Biz bu topraklarda çok kez yasak gördük, yasaklandığımız yerde yeni yollar bulduk. Görünürlüğün engellendiği yerde, görünürlüğü başka biçimlerde kurduk. Burada iki hattı aynı anda yürütmek gerekir. Birincisi kamusal anlatıyı kaybetmemek, “Özendirmiyoruz; varız, eşit yurttaşız” cümlesini sakin, ısrarlı ve sürekli kurmak. İkincisi de hukuk ve sağlık erişimini paralel kollarla savunmak. Barolar, tabip odaları, yerel yönetimler, üniversitelerle birlikte küçük ama somut pratiklerle çapa atmak zorundayız. Çünkü düzen yalnızca kanunla değil, gündelik pratikle sürer. Gündelik pratiği korursak, büyük fırtınaları da daha az hasarla atlatırız.

Ve evet, ulusal ve uluslararası hukuk yolları var. Muğlak ceza hükümleri belirlilik ilkesine, beden üzerinde vesayet yaratan şartlar insan onuru ve özel hayat ilkelerine takılır. Ama mahkeme süreçleri tek başına yetmez. Asıl belirleyici olan dayanışmanın canlı kalması, sahada güvenlik protokolleri, nefret olaylarını izleme-belgeleme, psikososyal destek ağları, kampanyaların farklı mecralara yayılması… Bunlar çoğaldıkça, nefretin normalleşmesi zorlaşır.

Kısacası şunu söylüyorum: Bu paket bir düzen kurma girişimi, bedenlerimizi yeniden hizaya sokmak, kamusal alanı yeniden çitlemek istiyor. ‘Hız’ı adalet için değil, vesayet için kullanıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz. Eşit yurttaşlığı, anlatma hakkını ve beden özerkliğini hem hukuken hem gündelik hayatta ısrarla savunacağız. Çünkü bu yalnızca bir yasa tartışması değil, kim olduğumuz ve nasıl yaşayacağımız meselesi.