‘Huzur ancak gökyüzünde vardır. Biz ise yeryüzündeyiz.’ demiş Shakespeare…
Cümlenin ölümden sonrasına bir atıf mı yoksa yaşarken idrak edilmesi gereken bir tespit mi olduğunu anlayalım.
Gezegenimiz, mavi Dünya…
Dünya Güneş sistemi içinde bir gezegen,
Güneş sistemi Samanyolu galaksisi içinde bir yıldız sistemi,
Samanyolu Galaksimiz, evrenimizdeki milyarca galaksi içinde bir galaksi,
Evrenimiz, multi evren içindeki milyarlarca evrenden biri belki de…
İnsanoğlunun kibrinin anlaşılır bir yanı yok göremediğimiz bu ufuktan bakınca.
Gökyüzüne bakmayı sevdiğimi biliyorsunuz.
Ayaklarımın yere daha sağlam basmasını sağlıyor.
Gökyüzüne baktıkça ego ölür, hatırlayalım.
Tabi ayaklarımı yerden de kesiyor çünkü hayranlık uyandırıcı…
Uzay ve uzaya ilişkin her şeyi takip ediyorum, izliyorum.
Film, belgesel ne varsa, neyi yakalarsam…
İzlediğimiz bir şeyi tekrar izlemek anksiyete belirtisiymiş.
Bu doğruysa inkar etmem.
Yani, çok normal çünkü…
Ama izlemeye devam edeceğimin bilinmesini isterim, anksiyetemi de sevip!
Filmler konusunda başı çeken İnterstellar olmakla birlikte Marslı ve Alien serisinin son iki filmini özellikle söyleyebilirim.
Prometheus ve Covenant filmlerinin anlatmak istediği bir şey vardı bana göre…
Burada ‘Cosmos’ belgesel serisine dalıp sonra yine döneceğim.
Bu ad ile iki seri var ve ikisi de aynı kişiye çıkıyor; Carl Sagan…
İlki 1980’de Gökbilimci, Astrobiyolog Carl Sagan tarafından sunulan Cosmos: A Personal Voyage, diğeri 2014 yılında Carl Sagan’ın öğrencisi Astrofizikçi, Gezegen bilimci Neil deGrasse Tyson tarafından sunulan Cosmos: A Spacetime Odyssey.
Elbette aradan geçen onlarca yıllık süreçte insanoğlunun teknolojisi ve doğal olarak evrene dair keşifleri arttı.
Bunun sonucu olarak 2014 yapımı çok daha güncel ve ilgi çekici.
Ben o seriyi de defalarca izledim, merhaba anksiyete…
Bilimi, bilimin ve teknolojinin getirdiği bütün avantajları kullanarak anlatması ve belgeselin gelmiş geçmiş bütün bu adımların sahiplerine saygı duruşu yapan her bölümü, tekrar tekrar izlenmeyi hak ediyor.
Prometheus filmine dönersek izlemeyenler vardır belki ama ben bir spolier vereceğim mecbur; nereden geldiğimize dair bir sorgulama içeriyor insanoğlu için.
Filmde mühendis adı verilen insana benzeyen yaratıklar ve vahşi, yok edici ‘Alien’ ı seyrediyoruz.
Kimin yok edici olduğunu size bırakıyorum.
Bilim insanlarının üzerinde ısrarla ve elbette doğal olarak durdukları bir takım denklemler, paradokslar var.
İnsanoğlu evrende yalnız mı ve yalnız değilse neden hala bir temas yok?
Biz daha ufacık galaksimiz içindeki, güneş sistemimiz içindeki, mavi gezegenimiz içindeki…
Diye devam edecek, bir nokta kadar işgal ettiğimiz alan içinde kendimizi ne kadar da büyük görüyoruz!
Kibir…
Sagan; ‘Bizler, yıldızların malzemesinden yapıldık’ diyor.
Yani bir domatesle bile genlerin ortakken nedir bu debdebe?
Dünya bir yolgeçen hanından ibaret!
Turgut Uyar ne güzel söylemiş;
Göğe bakalım…