Enerji gereksinimimiz neden sürekli artıyor? Enerji kimin için? sorularını yanıtlamadan, aşırı üretim/tüketim irdelenmeden, yenilenebilir enerjinin insanlığın ve doğanın kurtuluşu olabileceği savunulabilir mi? Enerji temalı yazı dizimizin ilk konusu HES (Hidro Elektrik Santralleri)ydi. Günümüzde hakkında çok şeyler söylenen yenilenebilir inerjinin, Türkiye’de pek tartışılmayan yönlerini ele alıyorduk. Yazı dizimizin sonunda yukarıdaki sorularımızın yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Bugün sıra RES (Rüzgar Enerji Santralleri)nde.
Yaz tatilini Bodrum’da geçirmiş olanlar Bodrum tepelerinde rüzgar değirmenlerini görmüştür. Rüzgarın gücüyle taşı döndüren ve rüzgarı un yapımında kullanan insan aklı, elbette bir gün rüzgardan elektrik üretmeyi de düşünecekti. Elektrik üretilen diğer kaynaklara göre herhangi bir atığının olmaması, sürekli var olan bir doğa olayından yararlanılması rüzgar türbinlerini, yenilenebilir enerji sınıfına yerleştirmektedir.
Günümüzde bile, yenilenebilir enerjinin aynı zamanda temiz enerji olduğunu savunanlar var. ‘Temiz Enerji’ adıyla Türkiye’de bir platform dahi kuruldu. Bu platformda ülke çapından pek çok çevre derneği bileşen olarak yer aldı. Yenilenebilir olduğu halde HES’lerin ‘temiz enerji’ olmadığı, kısa bir süre önce Türkiye’de yaşanan HES çılgınlığından alınan bir dersti. Peki ya diğer yenilenebilir enerji kaynakları, RES, GES, JES, Biyokütle enerji santralleri gerçekten temiz miydi? 2010 yılından sonra Türkiye’ye hızlı giriş yapan yenilenebilir enerjinin hiç de masum olmadığı zamanla ortaya çıkacaktı. Enerji, endüstriyel boyutta üretildiğinde zararsız ve temiz olması olanaklı değildi.
Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’nun (STHP) 2010 yılında düzenlediği, ‘Suyuna, Toprağına, Ormanına, Emeğine Sahip Çıkanlar Buluşuyor Forumu’na DOĞADER adına platform bileşeni olarak katılmıştım. Türkiye’nin her köşesinden gelen yaşam savunucusu dernek ve platformlarla birlikte akademik odalar, bazı sendika ve partilerin katılımıyla gerçekleştirilen bir forumdu. Forumda, Boğaziçi Üniversitesi’nde eleştirel iktisat dersleri veren akademisyen Dr. Gaye Yılmaz, söz alıp RES ve GES’lerden söz etmeye başladığında, ben dahil oradaki pek çok kişinin düşünce evrimine bu boyutta katkısı olacağını önceden tahmin edemezdik.
Dr. Gaye Yılmaz, rüzgar ve güneş enerji santralleri ve bunların yarattığı çevre sorunlarından bahsediyordu. İçimden “Ne yani, HES’lere karşıyız tamam ama şimdi bir de rüzgar ve güneş enerjisine de mi karşı olacağız!” dediğimi anımsıyorum. Gaye hoca gibi platformun kuruluşunda büyük katkısı olan Prof. Dr. Beyza Üstün de düzenlenen forumda benzer açıklamalar yaptı. Foruma katılan Türkiye’de RES ve GES mücadelesi veren dernekler, en masum gözüken çevresel önerilerimizin bile kapitalist uygulamada ne derece aleyhimize, doğaya zararlı duruma getirildiğinin canlı örneklerini sunarak bizi daha da aydınlattılar.
O yıllarda yenilenebilir enerjiyi savunurken bunun da sonuçta kapitalist bir pazara hizmet ettiğini düşünür ancak diğerlerine göre çevreye daha az zarar vereceği varsayımıyla hareket ederdik. Rüzgar türbinlerini ve güneş panellerini yalnızca fotoğraflarda gördüğümüz yıllardı. Nükleere, termiğe hayır derken, rüzgar ve güneşe gözü kapalı evet diyorduk. Bunların zararları konusunda bazı araştırmaları okumuştuk ancak ‘enerji ihtiyacımız neden sürekli artıyor?’ diye kendimize hiç sormamıştık. İşte o forumda Gaye ve Beyza hocalar, enerji açlığının aslında bir sistem sorunu olduğunu, sürekli büyümek zorunda olan, sürekli daha fazla enerji isteyen bir sisteme yani kapitalizme bir alternatif göstermek zorunda olmadığımızı net bir biçimde ortaya koydu.
Evet şimdi taşlar yerine oturmuştu. Milyonlarca yıllık evrimsel geçmişimizde ısınma dışında enerji ihtiyacı yalnızca son yüz yılın konusuydu. Enerji gereksinimi sürekli artıyordu? Bundan sonra enerji kullanmadan yaşamı düşünmek olanaksızdı. Ancak bilmemiz gereken, kapitalizm var olduğu sürece enerji ihtiyacının hiç bitmeyeceği, talebin sürekli artacak olmasıydı.
Yıllar geçtikçe Türkiye’de RES’ler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Bunlarla birlikte RES mücadeleleri de başladı. Ancak HES mücadeleleri kadar çoğalamadı. Bunda, doğadan yana dernek ve kuruluşlarda enerjinin sistem sorunu olduğu konusundaki aydınlanmanın yeterince yaygınlaşamaması etkili oldu. Ormana kurulan RES’leri gidip görmeden, rüzgar türbinlerinin büyüklüklerini ve doğaya verdikleri zararı gözlemlemeden zararlarını anlamak kolay değildir.
Günümüzde o kadar çoğaldı ki rüzgar türbinlerini uzaktan da olsa görmeyen kaldı mı bilemiyorum. Ancak belirgin olan bu türbinleri hep dağlarda tepelerde görmeye alışık oluşumuzdur. RES’e yatırım yapan sermayedar, rüzgarın en yoğun olduğu yerleri seçer. Bunlar, dağlar ve tepelerdir. Ancak gözden kaçan bir şey var. Dağlar ve tepeler aynı zamanda sahip oldukları eğim nedeniyle insanın talanından kaçan yegane doğal kalelerdir. Çoğunlukla ormanla kaplıdır. RES’ler, tepelerdeki orman alanları üzerinde onbinlerce ağaç kesilerek, oradaki habitat bozulup, yok edilerek inşa edilir.
RES’ler iklim değişimine karşı alternatif enerji kaynağı olarak ortaya çıktı. Bilindiği gibi küresel ısınmanın temel nedeni, enerji üretiminde kullandığımız fosil (kömür, petrol, doğalgaz) yakıtların havadaki karbondioksit oranını sürekli arttırmasıdır. Okyanus ve denizlerden sonra bilinen en büyük karbon yutağı ormanlardır. Ağaçlar ve bitkiler fotosentez yoluyla havadan aldıkları karbondioksitteki (CO2) karbonu bünyelerine katar, oksijeni havaya vererek gelişirler. Ağaç ve bitkiler böylelikle havadaki karbondioksiti filtre eder, insan ve birçok canlı için temel yaşam hazinesi oksijene çevirirler. Fotosentez, bitkilerin büyümek için yaptıkları sürekli bir eylemdir. Yaprak dökmeyen ağaç ve çalılar, kış aylarında da fotosentez yapmayı sürdürür.
Küresel ısınmaya karşı çözüm diye bulduğumuz RES’ler, varlığıyla küresel ısınmayı zaten azaltma potansiyeline sahip ormanlar üzerine kurulduğunda ciddi bir ikilem ortaya çıkar. Bu durum, RES’lerin küresel ısınmaya karşı yaratacağı etkiyi nötralize eder. Böylelikle RES’lerin varoluş nedeni ortadan kalkar. O halde RES’leri neden hala orman üzerine kurulmaya devam ediliyor?
Birkaç yıl önce Karacabey Yarış köyünden bir vatandaşın köyün yakınlarında orman üzerine kurulan RES için bizi arayıp şikayet etmesi üzerine incelemeye gittik. RES inşaatı benim de ilk kez tanık olduğum bir durumdu. Ormandaki tahribat inanılmaz büyük boyuttaydı. Orman içine onlarca rüzgar türbinleri inşa edilmişti. Her rüzgar türbini için ormanda en az 4000 – 5000 m2 alan yok edilmiş, ağaçlar kesilerek üzerine beton dökülmüştü. Rüzgar türbinin yere sabitlenen temel direğinin çapı 5 metre, yüksekliği 50 metre, kanat uzunluğu 30 metre idi.
Türbin çalışırken kanatlar her döndüğünde insanın tüylerini diken diken eden bir ürperti veriyordu. Dayanılmaz bir uğultusu vardı. Her türbin için ormanda 10 metre eninde kilometrelerce uzunluğunda yollar açılmış, yine ağaçlar katledilmişti. Yolların genişliği, dönemeçlerde 20 metrenin üzerine çıkıyordu. Kanatların taşınması için dönemeçler böyle geniş tutulmuştu. Orman zeminin 1 – 10 metre altında açılan yollar ile erozyon ve toprak kaymasına zemin hazırlanmıştı. Bir sonraki aşamada, üretilen elektriğin taşınması için yüksek gerilim hatları inşa edilecekti. Bu da ormanda yüksek gerilim hatları için 25 – 50 metre eninde kilometrelerce uzunluğunda yeni yollar açılacağı, onbinlerce ağacın daha kesileceği anlamına geliyordu. Bu gördüklerimiz, sürekli havayı temizleyen bir varlığı, ormanı yok ederek inşa edilen RES’lere temiz enerji demenin mümkün olmadığını kanıtlamıştı.
Bazı türbinler köydeki çiftliklerin 100 metreyi bulmayan yakınına inşa edilmişti. O çiftliklerde yaşayanlar için uğultu ciddi bir sorun haline gelmişti. Rüzgar türbinlerinin kışın kanatlarından buz attıkları, yaralanmalara neden oldukları biliniyordu. Bu güne kadar dünyada pek çok RES türbin kazası olmuştu. Bunlardan bazılarında kanatlar yanarak kopuyor, direkler yıkılıyordu. Buna rağmen rüzgar türbinlerinin insanlara bu kadar yakına kurulmasına izin verilmişti.
Kuş göç yolları hiç düşünülmemişti. Gece çıkardıkları sesle yolunu bulan, yedikleri böceklerle çiftçinin dostu yarasalar, RES türbinlerin hareketli kanatlarını fark etmeyip çok sayıda yarasa ölümüne neden olduğu bilinmekte iken bunların hiçbiri önemsenmemişti.
RES türbinleri orman içine yapılırken ormana vereceği zararlar gerçekçi biçimde araştırılmıyor. Orman yalnızca ağaçlardan oluşmaz. İçindeki hayvanlar, kuşlar, böcekler ve hatta mikroorganizmalarıyla ormanı bütün bir varlık olarak düşünebiliriz. Bu nedenle ormana yapılan müdahaleler yalnızca ağaçları değil buradaki bütün canlıları tehdit eder, yok eder. Av sahalarını, yaşam alanlarını daraltır. İnsanoğlu sonunu hiç düşünmeden doğanın son kaleleri ormanla kaplı dağları, tepeleri RES türbinleriyle işgale girişti. Bu vurdumduymazlık dünyanın en büyük organizması olarak düşünülen ormanları insan eliyle tümüyle yok edecek bir sona doğru bizi sürüklüyor.
RES’ler ormana değil başka yere kurulsun demek sorunu çözmüyor. RES’lerin söz gelimi denizlere kurulduğunda özellikle su kuşlarına ciddi zararlar vereceği açıktır. Alternatif görünümde rüzgar türbinleri geliştiriliyor. Belki ileride bir gün doğaya daha az zarar veren rüzgar türbinleri geliştirilecektir. Ancak bilinmelidir ki, bu türbinlerin doğal alanlara vereceği zararı ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır.
Bizler insan olarak o çok övündüğümüz aklımızı kullanıp doğayla uyumlu yaşamı kurmadığımız sürece içine bizi de alan yok oluşa hızla ilerliyor olacağız. Bir sonraki makalemiz Güneş Enerji Santrallerini (GES) konu alacak. Şimdilik hoşçakalın.
Bursa Muhalif Gazetesinde yayınlanmıştır