‘Kimse uyumuyor gökte.
Kimse uyumuyor dünyada. Kimse. Hiç kimse.
Önceden söylediğim gibi.
Kimse uyumuyor.
Ama eğer birinin şakaklarında gece fazla yosun olursa
Açın kapakları da görsün, ayın altındaki
Sahte kupaları, ağuyu ve tiyatroların kafasını.’
Gelmiş geçmiş en önemli şairlerden biri tanımlamasını edebiyat uzmanlarına bırakarak, gelmiş geçmiş en muhalif şairlerden birinin dizeleriyle başlamak istedim.
Buena Vista Social Club albümünü nasıl beklediysem Federico Garcia Lorca’nın bütün şiirlerinin toplandığı kitabı da aynı coşkuyla bekleyip, elime aldığımda bir bebek nasıl muamele görüyorsa öyle taşımıştım odama…
‘Dünyanın tüm ışığı bir gözde durur’ der bir şiirinde Lorca…
Tespitin muazzamlığı, baktığı her yönde etkilendiği envai çeşit yaratılan için noktürnleri…
Lorca doğduğu kavruk toprakların ruh halini, gerçeklerini, gerçeklere duyduğu isyana dair kelimelerini müthiş bir estetikle, bizlere ulaşır kaygısı taşımadan, yaşadığı güne isyan ederek sunmuş.
Sadece şair demek yeterli değil ancak yazı, şiirleri üstüne…
Gözyaşı kaynağı adını verdiği su çukurunda ölü bulunduğu 38 yıllık o kısacık yaşamında, kısacık yıllara sığmayacak ne büyük tutkular yaşamış, ardında ne eserler bırakmış.
Bu tutkuları gençliğinin baharında yaşarken, İspanyol sömürgeleri Latin Amerika halkları tutku denilemeyecek ama tutkulu olmanın gerektirdiği bir mücadelenin içindeydi.
O mücadelenin şair ruhlarından Jose Marti Küba’nın bağımsızlık mücadelesi içinde büyük bir yapı taşı.
Lorca doğduğunda Jose Marti çoktan sürgünleri yaşamaya başlamıştı.
İspanya’nın asi şairi Lorca, İspanya’nın sömürdüğü toprakların insanlarını savunuyordu ve Marti, Lorca doğmadan yıllar önce İspanya’da sürgün hayatı yaşıyordu.
Toprak dediğimiz yürüdüğümüz, beslendiğimiz, çağlar boyunca dönüştüğümüz bir maddeden ibaret değil!
Toprak; ruhların, yaşanmışlıkların nesilden nesile aktarıldığı bir araç değil midir aynı zamanda.
Marti ‘Uyanık düş’ şiirinde;
‘Açık gözle düş görüyorum.
Gece ve gündüz düş görüyorum
Kah bir okyanus var karşımda,
Sonsuz ve isyancı
Kah sarı kumlar.’ dizeleri ile kendisinden sonraki asi nesle bir hedef gösteriyor, elbette yine tutkulu!
Latin Amerika’nın en sevilen şairlerinden, saygı duyulan, adımları takip edilen devrimcilerinden birinden bahsediyoruz.
Kendisinden sonraki kuşağa ilham kaynağı olmuş, onun başaramadığını; onun dizelerini, tutkularını, amaçlarını anlayarak gerçekleştirmiş bir nesil geliyor.
Küba’nın bağımsızlık mücadelesini Marti olmadan anlatmak çok büyük eksiklik olurdu.
Konu elbette Fidel’e geliyor Küba adı geçince.
(Bunu daha önceki yazılarımda belirtmiştim Fidel ve Che ayrı bir kitap konusu.)
Fidel ve Che ile de Nazım’a yani bizim Nazım Hikmetimize…
Ah Nazım…
Kıtalar ötesi kelimelerin, düşlerin, sevdaların…
Sen yeryüzünün en ateşli topraklarında ve aynı zamanda en soğuk tundralarında aynı aşkı körükleyen kelimelerin sahibi…
Henüz büyük bir devrimin kıvılcımıyken Fidel ve Che hangi insani hayalinin kelimeleriyle, senin düşüne kapılıyordu?
Pablo Neruda gibi bir kıtanın şairi, o kıtanın şiirinin mefistosu bile ilan edilmiş bir şair, Nazım Hikmet Barış Ödülü’nün sahibi olurken onur duyuyordu.
Yan yana gelebilmenin neşesiyle; ‘Nazım’ın yanında biz şair bile sayılmayız!’ diyordu.
Asi ruhlu bir karakter için çok yerinde ithaf edilmiş bir cümle.
Nazım Hikmet; isyanın, sevdanın, emeğin, çağların, kıtaların şairi…
Şair ruhlu diye bir tanım var mesela gündelik dilimizde.
Şiir sadece sevdayı anlatan senkronize kelimeler değil, o kelimelere eşlik eden hayatın diğer gerçekliğiyle de mücadeleyi içerdiği zaman daha yakın değil midir ruhumuza o şair?
Yoksa ben de Neruda gibi; ‘ Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.’
Nazım’ın ardından gelen müthiş bir şair nesli var.
Ama Nazım’ı özel kılan, yazıda adı geçen diğer şairler gibi dünyaya bedel şiirler yazıp, vatanına düşman ilan edilmiş olması.
Zaman gerçek olanın üstündeki tozları alır.
Nazım’ın sürgünlerini, Marti’nin bağımsızlık savaşını, Lorca’nın gündelik hayata sevdasına rağmen çektiği acıları ve Neruda’nın kaygılarını anlamadan şiir yazmayı bırak, okunmasını bile zor görüyorum.
İddialı ama kendi içinde tutarlı bir iddia!
Nazım’ı anlatmaya benim cümlelerim yetmez.
Hayatının önemli zamanlarını Nazım’ı anlamaya ve anlatmaya adamış insanların yanında uzun uzun Nazım yazmak bana düşmez elbette.
Ben sadece bambaşka kıtalarda, zaman zaman kesişen ama ayrı zaman dilimlerinde benzer mücadelelerden geçmiş bu devrimci-mücadeleci şairlerle aynı yazıda sohbet etmek istedim.
‘Ben bir başıma bir deli
Ben sanki bin yaşında bir deli
Yamalı caddelerinde bu şehrin.
Yürüyorum rüzgara karşı
Düşümde gülüşü deniz mavisi çocuklar’
Nazım Hikmet Ran
Günnur Ekşi Ataokay