Hayatın her alanında olduğu gibi edebiyat ve sanatta da yoğun bir erkek hegemonyası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyle ki bu hegemonya, kadınların iyi bir eser üretemeyeceğini söyleyecek kadar pervasızca yorumlarda bulunmalarına yol açar. Oysa tarih, bu sözün haksızlığını defalarca kez ispatlamıştır.
En genel anlamıyla düşünebilen, hissedebilen ve bunu kelimelere dökme kabiliyeti olan herkes iyi bir eser üretebilir. Ki üretmişlerdir, üretmeye de devam edeceklerdir. Kaldı ki kendi alanlarında çığır açan, kendisinden sonrakilere ışık olan çok fazla sayıda kadın vardır. Onları yazmaya kelimeler yetmez. Ama kısaca göz gezdirmek konuya dair ufak ipuçları verecektir.
Kadın yazar deyince akla gelen ilk isimlerden birisi şüphesiz Ursula K. Le Guin olacaktır. Bilim-kurgu edebiyatının usta ismi, aynı zamanda birçok kadının başucu kitaplarının da yazarıdır. Yarattığı dünyada bilim-kurgunun sadece teknolojik olanaklarına odaklananlarına inat, insanın bu gelişim karşısındaki gelişimini ve değişimini anlatır. Onun dünyasında sabit ve durağan bir şey yoktur. Cinsiyet de buna dahildir. Erkek egemen edebiyata ve özellikle bilim-kurgu edebiyatına kadınca bakışın sembol ismi olmuştur. Onun bu başarısı kadınlar için her zaman ışık olmuş, cesaret vermiştir.
Onun edebiyattaki bu büyük başarısı, birçok ödülü de beraberinde getirmiştir. Le Guin’in aldığı ödüller arasında eserleri için aldığı çok sayıda yıllık ödül bulunur. Yirmi altı kere aday gösterildiği Hugo Ödülü’nü altı kere, on sekiz kere aday gösterildiği Nebula Ödülü’nü altı kere kazanmıştır. Altı adaylığından kazandığı dört En İyi Roman Nebula Ödülü, bu kategoride en çok kazanan yazar olmasını sağlamıştır. Onun yarattığı dünyanın ve karakterlerinin izini güncel pek çok eserde görmek de mümkündür. Edebiyat ve sinema eleştirmenlerine göre bunların başında “Harry Potter”, “Doctor Who” ve Miyazaki’nin “Ruhların Kaçışı” gelir. Yine Miyazaki’nin “Yerdeniz Öyküleri” animesi, usta yazarın aynı isimli kitabının ustaca filme dönüştürülmüş halidir. Ursula, kadınlar için her zaman daha fazlasını hayal etmenin ete kemiğe bürünmüş halidir, bu yüzdendir ki her kadın başucunda mutlaka onun bir kitabını saklar.
Kadınların sanat alanına etkisini araştırmaya başladığımızda, karşımıza yüzlerce isim çıkar. Bunlardan biri de sinemada “Fransız Yeni Dalga”sının büyükannesi Agnes Varda’dır. Onun filmlerini eşsiz kılan en önemli sebeplerden birisi, şüphesiz Varda’nın fotoğrafçı geçmişinin olmasıdır aynı zamanda. Bu geçmiş, onun sinemada kusursuz sinematografik anlar yakalamasına, karakterinin psikolojisini görüntüde müthiş aktarmasına yardımcı olmuştur. Onun anlatısından sonra, izleyicisi filmi izledikten sonra hayatına öncesi gibi devam etmez. Filmleri önce çarpar sonra da derin ufuklar açarak yeni bir yol sunar. Onu izleyen, eline bir kamera alıp yollara düşme heyecanına kapılır. “Toplayıcılar” ya da “Mekanlar ve Yüzler” belgeselini izleyip heyecana kapılmayan, insan yüzlerine ve hikayelerine merak salıp yolculuk yapma fikrine kapılmayan yok denecek kadar azdır.
Agnes öyle bir yönetmendi ki, 90 yaşında öldüğünde sevenleri onunda çok erken öldüğünü söylemekten geri durmadılar. O 150 yaşında ölseydi de sevenleri için erken ölüm olacaktı.
Kadın olmanın duyarlılığını şiirle buluşturan, kadınların kırgınlıklarını dizelerine taşıyan Gülten Akın… “Kadınlar iyi şiir yazamaz” diyenlerin suratına tokat gibi çarpılacak şiirlerin altında imzasının eksik olmadığı, şiirimizin en güzel kalemlerinden biridir. Kimsenin ince şeyleri durup dinlemeye vakti yokken, onları anlatmaktan usanmayan bir güzel kadındır. Şiirlerinde ne aşkını gizler ne mücadelesini. Her dizesinden haykırma cüretini bir borç bilir kendi hislerine. Biz onun şiirlerini, dilimizin dönmediği şeyleri en az bizim kadar bizim gibi anlattığı için sevdik. O kara saçlarını kestikçe, bizim saç kırıklarımız boynumuzdan usulca döküldü. Deli Kızın Öyküsü, edebiyatımızda usulca dolaşıyor.
BursaMuhalif.com/Zehra Değirmenci