Nilüfer Kütüphaneler Müdürü Yazar Şafak Baba Pala, Zehra Değirmenci’nin sunduğu “Palto” programında edebiyattaki erkek hegemonyasına, yaşanan taciz olaylarına ve Nilüfer’deki kütüphane çalışmalarına dair açıklamalarda bulundu.
Geçtiğimiz şubat ayında “Sana da Güle Güle Nezahat” isimli son kitabını yayınlayan yazar Şafak Baba Pala, toplamda 11 öyküden oluşan kitabında kadınlık hallerine ve kadının varoluşsal gerçekliğine farklı bir pencereden yaklaşıyor. Okuyucularına ise Türkiye’deki kadın sorununa dair detaylı bir mozaik sunuyor.
Töre cinayetlerinden kadının ev içi görünmeyen emeğine, çocukluk yaralarından tacize kadar çok geniş yelpazede öyküler yaratarak bu toprağın insanlarını ve sorunlarını kaleme aldığı kitabını değerlendirdiği programda Pala, kadın gündemine dair de önemli açıklamalarda bulundu.
Yol beni kadınlara götürdü
Kitabını yazmaya başladığı zaman kendini kadın hikayeleri yazma konusunda sınırlamadığını ama yolun sonuna vardığında bütün hikayelerin odak noktasının kadınlar olduğunu fark ettiğini belirten Pala, “Her ne kadar sonu kötü biten hikayeler var olsa da bu hikayelerdeki kadınların hepsi sorgulayan kadınlar. Geçmişi ve kendi yaşamlarını sorgulayarak, kendi içlerinde bir yolculuğa çıkan ve kendisiyle hesaplaşma cesareti gösteren kadınların hikayesini anlattım öykülerimde.” dedi. Hikayelerin tamamında okuyucuların gördükleri en önemli durum, anlatılan kadınların pasif değil tam aksine cesur ve hesaplaşma cesareti olan karakterler olması.
Edebiyata kadın gözünden bakmak
Hikayelerin tamamında gördüğümüz güçlü kadınlar, edebiyata dair özellikle kadın okuyucuların beklentisini karşılar nitelikte. Sanat alanında kadınların yan rollerde bulunması ve erkeğin rolünü güçlendiren bir unsur olarak yer alması, kadınların görünürlüğü konusunda sorun yaratmazken, temsilinde adaletsizliğe yol açar. Oysa Pala’nın öykülerinde, kadınların gözünden bakıyor ve onların dilinden okuyoruz. Bu durum bizi kadınların gözünden bakmaya, hayatı o gözden yorumlamaya itiyor ve şunu söylememize yol açıyor: Kadınların hikayelerini kadınlar yazmalı. Çünkü ancak böyle olduğu zaman kadınların yaşamı adil yorumlanabilir.
Kadınların özel güçleri var
Kitapla aynı ismi taşıyan “Sana da Güle Güle Nezahat” öyküsünde, hikayeyi erkek karakter üzerinden görsek de, olayı anlatma cesaretine sahip olan kişi, kitabın kadın karakteri. Bu durumu değerlendiren Pala, “Bu da aslında kadınların içindeki gücü de gösteren bir detay. Çünkü kadınların kriz anlarında ne yapacağı belli olmaz. Bunu hayatın her alanında görebiliyoruz. Kadınlar artık susmuyor, hesaplaşıyor. Edebiyat sokaktaki hayatı anlatır. Bu bağlamda kadınların hayatının daha çok anlatılmaya ihtiyacı var diye düşünüyorum.” diyor.
Cesur olmalıyız
Yazmayı yürüyüşe benzettiğini söyleyen Pala, “Hep korunaklı caddelerde yürüyerek anlamlı yürüyüşler gerçekleştiremezsiniz. Dar sokaklara girmek, yeni hikayeler görmenize olanak sağlar. Yazan bir kadın için de yazı böyle bir yolculuğa benzer. Özellikle her kadın yazar, bu çamurlu yollara girmelidir.” diyerek yazma eyleminin özellikle kadınlar için zorlu ama özgürleştirici yanını vurguluyor. Elbette burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Erkekler, yazma noktasında kadınlara göre çok daha eski bir tarihe ve bu tarihe bağlı olarak tecrübeye sahip. “O yüzden yazan her kadın, büyük bir cesaret örneği de göstermiştir” diyor Pala ve ekliyor, “Çünkü yazan kadın, kendisini yazıyordur.”
Yollar hep kadınlara çıkıyor
Hem fiziksel hem de psikolojik olarak artan erkek şiddeti, kadınların yeni hikayelerin başrolü olmasına neden oluyor. Yani aslında bu ülkedeki her bir kadın aynı zamanda bir hikayedir. Bu hikayeler anlatılmadığı müddetçe kadınların belleğinde tarihin tozlu raflarına kalkacak ve orada üst üste yığılmış isimsiz mezarlar haline gelecektir. Bu yüzden genç kadın yazarların artması gerektiğini ifade eden Pala, “Genç kadınlar yazdıkça ben heyecanlanıyorum. Daha çok artmalarını, cesur ve özgürce yazmalarını istiyorum. Çünkü ancak onlar yazdıkça edebiyatta hızla bir yol alırız. Zaten bu yolun büyük bir kısmını da aldık.” diyerek genç kadın yazarlara yazmaları konusunda cesaret veriyor. Şunu da eklemeyi ihmal etmiyor Pala: “Dünyanın yarısı erkek yarısı kadın. Ama dünyanın yüzde ellisi, yüzde yüzü için konuşuyor. İzin versinler de kadınların derdini kadınlar anlatsın.” Kadın yazarlar arttıkça kadınların hikayeleri vücut bulacak, kadınlara nefes olacak. En önemlisi de her bir kadın yalnız olmadığını bilerek, onları ikindiüstü pencerelere götüren şeylerden gökyüzüne umutla bakmaya başlayacaktır.
Değişimin zamanı geldi
Hollywood’da başlayıp Türkiye’de edebiyat alanına sıçrayan “Me too” hareketini değerlendiren Pala, “Edebiyat hayatın kalanından ayrı tutulamaz. Çünkü hayatın ta kendisidir. Edebiyat hayattan beslenir, kaynağını hayattan alır. Hayatın her alanında taciz var. Nerede olmadığını söyleyebiliriz? Kadınlar sadece bunu çok dillendirmiyordu. Ama artık kadınlar değişti. Değişimin zamanı geldi, kadınlar susup oturmayacak. Tüm dünyada yayılan bu dalga, beni çok heyecanlandırıyor. Kadınların, erkekler gibi özgür yaşamaya ihtiyacı var.” diyerek konuya çok daha geniş bir perspektiften yaklaşıyor. Erkeklerin eskisi kadar rahat olamayacaklarını vurgularken, “Eğer suç ispat edilip yasal süreçte taciz beyanında bulunan kadınların ifadeleri kesinleşirse, iddiaya konu olan erkeklerin yayınevleriyle ilişkileri de kesilmelidir.” sözleriyle tavrını ortaya koyuyor.
Nilüfer sanat kenti iddiasını koruyor
Aynı zamanda Nilüfer Kütüphaneler Müdürü olan ve oldukça başarılı çalışmalara imza atan Pala, liyakate dayalı görevlendirmelerin en güzel örneklerinden birini temsil ediyor. Nilüfer’in sanat kenti olma iddiasındaki kararlılığını koruyan durum ise, Pala’nın koltuğuna yaslanıp ‘bu kadar yeter’ demeyerek tüm edebiyatseverlere yeni kapılar aralıyor olması. Tabi arkadaki büyük ve genç ekibin emeğini de göz ardı etmemek gerekir.
Pandemi öncesinde de birçok etkinliğe imza atan Nilüfer kütüphaneleri, pandemi koşullarında da edebiyatseverleri yalnız bırakmadı. “Pandeminin başlamasıyla beraber biz ilk olarak dünyada kütüphaneler neler yapıyor diye inceledik. Deneyimlerini aktarmaları konusunda yazışmalar gerçekleştirdik. Dünyadaki güzel örnekleri, kendi kütüphanelerimize entegre ettik.” diyen Pala, bu süreçte hem kütüphanelere giriş-çıkışlarda gerekli kontrollerin yapıldığını hem masaların küçültüldüğünü hem de havalandırmaların düzenli bir şekilde yapıldığını belirterek oluşturdukları güvenli kütüphanelerin altını çizdi. Yaptıkları online etkinliklerle sınırları ortadan kaldırdıklarını söyleyen Pala, “Dijital atölyeler ve etkinlikler sayesinde Azerbaycan’dan, Fransa’dan, Japonya’dan katılımcılara ulaştık. Bu da dünyanın küçüldüğünü ve sınırların ortadan kalktığını gösterdi. Var olan işlerimizin yüzde 80’ini dijital ortamda devam ettirebildik.” derken sözlerini şu şekilde noktaladı:
“Nilüfer’de kütüphaneler yaşayan yerlerdir. Eviniz, işiniz, okulunuz gibi gelip vakit geçirebileceğiniz, sizin için var olan sizin mekanlarınızdır.”
BursaMuhalif.com/Zehra Değirmenci