Kitaba ön temsil bölümünde müdür, tiyatro şairi ve şen adam arasında geçen diyaloglarla başlıyoruz.
Şaire yönelik bir baskı var.
Ismarlama bir şey üretme konusunda serzenişlerini iletiyor müdüre.
‘Bir eser genellikle içimizde yıllarca kaldıktan sonra tamamlanarak ortaya çıkabilir’ diyor ve yüzyıllardır üretme sancısındaki tüm sanatçıların dillerine tercüman oluyor.
Kaygısı ortaya iyi bir şey koymak olan insanlar inanmadıkları, etkilenmedikleri hiçbir şey için kılını kıpırdatmaz.
Böyle, ‘siz gafiller bunu kabullenin’ gibi bir cümle oldu ama insan ruhuna dokunan herhangi bir eser ortaya koyan insanları farklı değerlendirmek gerektiğine yürekten inanıyorum.
Onların inanç farkı gözetmeksizin yaratıcıyla farklı bir bağlantıları olduğuna inandığım gibi…
Bir yaratıcıya inanmayanların bile!
Mesele çoğunlukla inanmaktır; herhangi bir şeye inanmaları yeter.
Yanılma payını bırakırlar ama inanırlar ve üretirler.
Bazen bütün bir yazı tek bir cümle içindir örneğin.
Ya da tek bir sahne aslında her şeyini anlatıyordur ana fikrin…
Ana fikir önemli!
Ana fikir üretilenin çıkış noktası, dayanağı, iskeletidir.
Bu yazının da bir çıkış noktası olduğu gibi…
Faust ve yazarı Goethe’nin Dünya edebiyatındaki yeri hepimizin malumu.
Kitabı okuyan herkes için bambaşka anlamlar, çıkarımlar içerebilir.
Çağlar boyunca defalarca çeşitli biçimlerde anlatılmış şeytan ve insan arasındaki bu konu Goethe için hayatının tamamını kapsayan bir temsile dönüşmüş.
Yaşama eşlik eden bir hikaye…
İnsan hayatı boyunca bir ‘şeye’ ilişkin görüşlerini tecrübe ettikçe değiştirebilir.
Ancak belli ki yazarımız insanoğluna karşı derin bir umut beslemekten asla vazgeçmemiş.
‘O zamanlar ben bir şeye sahip değildim. Ama bendeki bana yetiyordu.’
Kitabın daha ilk bölümünde üzerinde durulması gereken bu cümleler, Mefisto’nun sahneye çıktıktan sonrası için bir uyarı.
Üç büyük melek, Mefisto ve tanrı arasında geçen diyalogda Tanrı; ‘Bahçıvanlık yapanlar bilir ki eğer fidan yeşerirse ileriki yıllarda onu çiçek ve meyveler süsleyecektir’ der.
Kitaba adını veren Faust karakteri üzerine Mefisto, Faust’un yolunu Tanrı’nın yolundan döndüreceğine dair bahse girer.
Ve olaylar gelişir…
‘Aslında senin duyguların kapalı ve ölüdür.’
Yazarımız insanoğlunun doğuştan iyi olduğunu, hata yapsalar bile affedilmeyi hak ettiklerini düşünüyor.
Aynı fikirde değilim.
İnsan dışında kendi türünü imha etmeye çalışan başka bir canlı türü yok çünkü!
Kendi varlığını, kendi türünün yok oluşuna bağlayan tek bir canlı yok insan dışında.
Ne kadar mantıksız bir cümle değil mi?
Yüzyıllardır yaşadığımız gerçek bu oysa.
Birbirimizi fiziksel, ruhsal, düşünsel velhasıl nasıl yok edebiliyorsak o kadar yok ediyoruz!
Rekabet, kibir, bir üst bilince varamamak, kendi karanlığını büyütüp yaymaya çalışmak…
Goethe, Faust üzerinden ‘Bu dünyanın iyilikleriyle karşılaştığımızda bile onu yalan ve şüpheli sayıyoruz’ cümlesiyle bizi deneyimlediğimiz gerçekleri tekrar sorgulamaya itiyor.
‘Çünkü kalbi etkileyecek şeylerin kalpten gelmesi gerekir’ cümlesi başlı başına bir kitap.
İnsanoğlu neden sürekli kendini tekrar ediyor?
Uzaydayız, ayın karanlık yüzündeyiz.
Bize göre karanlık çünkü ayın döngüsü dünya ile uyumlu ve biz hep aynı yüzünü görebiliyoruz ve sadece bu yüzden karanlık demişiz.
Bilmediğimiz her şey karanlık!
Ayın Güney Kutbundayız doğrusu.
Evrenin derinliklerine bakıyoruz.
Bakabildiğimiz, görebildiğimiz ise hala oldukça sınırlı.
Görebildiklerimizin ufuk açması gerekiyor oysa önemsizliğimize dair ama öyle olmuyor.
Mefisto’nun haklılık payı yok mu sizce de?
İnsan, iyi pek çok duygusunun yanında karanlık tarafa çok kolay geçmiyor mu kibriyle?
Dünyada daha kendi karanlık yüzünü keşfedememiş, kendi derinliklerine yolculuk edememiş milyarlarca insan var!
Sonuç olarak Faust gibi bir temsilin içinde hissetmiyor muyuz kendimizi.
Mefisto bir bilincin yansıması sadece…
Gülnur Ekşi Ataokay