Çin’de ortaya çıkan COVİD-19 salgını tüm dünyayı ve ülkemizi etkisi altına aldı. Milyonlarca insan virüse yakalanırken yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilerle, yerel yönetimlerin açıkladığı verilerin birbirini tutmaması, Sağlık Bakanlığı’nın Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile koordineli çalışma yapmaması ve yaşadığımız şehir olan Bursa’da vaka sayılarının neden bu kadar fazla olduğunu Türk Tabipleri Birliği COVİD-19 İzleme Grubu Üyesi ve Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile konuştuk.
Dünya ve Türkiye’yi kıyasladığımızda Türkiye’nin son durumu nasıl ?
Türkiye’deki son durumu bilmiyoruz . Çünkü Sağlık Bakanlığının açıkladığı resmi rakamlarla ilgili sizin de bildiğiniz gibi çok ciddi tartışmalar var. Bakanlığın açıkladığı günlük vakalarla valilerin, sağlık müdürlüklerinin, tabip odaları başkanlarının ve milletvekillerin açıkladığı rakamlar arasında büyük farklılıklar var. Böyle olunca da Türkiye’deki son durumu bilmiyoruz. Veriye dayalı olarak ancak gözlemlerimiz bazı illerdeki arkadaşlarımızın özellikle yoğun bakım yatağı bulmaktaki sorunları Türkiye’de şu anda bir iki haftadır çok ciddi bir hasta sayısında artış olduğunu bize gösteriyor.
Bursa’daki son durum nasıl?
Doğu Marmara bölgesinin Türkiye’deki diğer bölgelerle birlikte yüksek olgu sayısının olduğu bölgelerden birisi olduğunu görüyoruz. Bursa’da özellikle Yıldırım, Osmangazi, Nilüfer nüfusları fazla olduğu için fazla sayıda vakanın görüldüğüne ilişkin bilgiler var. Sağlık Bakanlığının Hayat Eve Sığar (HES) uygulamasına baktığımızda kırmızı alanların yüksekliği bunu gösteriyor. Bursa’daki vakalar yalnızca bu 3 büyük ilçeyle sınırlı değil. Ayrıca hatırlayabildiğim Gürsu, İnegöl, Mudanya, Gemlik, Orhaneli, Büyükorhan da dahil olmak üzere bütün ilçelerde vakaların gözlemlendiğini biliyoruz.
Bursa’da vaka sayısında neden bu kadar artış var?
‘Bursa’da niye fazla artış var’ diyecek olursak bunu bilimsel bir gözle tartışabilmek için filyasyon verilerinin açıklanması lazım. Bir kişi diğer kişilere nerelerde bulaştırmış ev ortamında mı, iş yerinde mi, toplu taşıma sırasında mı, yoksa kamuya açık alanlarda mı bunların hiç birine dair elimizde bir veri yok. Ancak gözlemlerimiz Bursa’da özellikle ciddi bir kamu izleme ve denetleme politikasının olmaması nedeniyle bulaş olanağımızın çok yüksek olduğunu gösteriyor. Özel sektörden, kimi iş yerlerinden edindiğimiz bilgiler çalışanların kendilerinde bir pozitiflik olması halinde işe gelmediklerini ama daha önceki temasta bulundukları iş arkadaşlarına bir test yapılmadığı için kimde hastalık bulgusunun olup olmadığını çok net ortaya çıkmadığını gösteriyor. Burada da yalnızca Bursa’ya özgü değil Türkiye’deki kamu politikaları açısından bir tek kamu çalışanları üzerinden değil bütün sektörde çalışanların eşit gözle ele alarak bir düzenleme yapmanın zorunlu olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.
Normalleşme süreci sizce erken miydi?
Biz mayısın ilk haftasından beri bunu söylüyoruz Türkiye normalleşme sürecinde demeyelim çünkü artık bir normalleşme sürecinden söz etmek mümkün değil. Yeniden açılma, ‘yeni normal’ yaklaşımı erken gündeme getirildi. 11 Mayıs’ta başladı biliyorsunuz; sonra 1 Haziran’da derecelendirilmiş olarak devam etti. Henüz salgın kontrol altına alınmadan, doğru düzgün bir izleme ve denetleme politikası oluşturulmadan, yurttaşın algı düzeyinde bir yükselme yaşanmadan ve kamuda çalışanlarla özel sektörde çalışanları eşit bir şekilde ele alıp düzenlemeler yapılmadan bu yeniden açılma sonuçta karşımıza fazla olgu sayısı, ağır hasta ve ölüm sayılarıyla çıkma potansiyeline sahipti. Biz de bunu son üç aydır dile getiriyoruz.
Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği’yle koordineli bir çalışma yapılsaydı vaka sayılarında bir düşüş olur muydu?
Sağlık Bakanlığı tarafından verilen kararların ne kadarının kendilerinin kurduğunu, Bilim Kurulu tavsiyeleri doğrultusunda verildiğini bilmiyoruz. Bu aşamada karar verme süreçlerine meslek örgütleri, bilim insanları, sendikalar katılabilseydi ve karar verme süreçlerinde bir etkileri olabilseydi şuana kadar Türkiye’de bu pandeminin yükünün hastalanma, hem ağır hastalar, hem de ölümler açısından daha düşük olabilme ihtimali vardı. Ben böyle düşünüyorum.
Sağlık sistemimizin alt yapısı salgın hastalıklar için yeterli mi?
Türkiye bulaşıcı hastalıklara karşı güçlü bir savunma sistemine maalesef son yıllarda sahip değil. Kendi aşısını üretemeyen durumda. Birinci basamaktaki parçalanma ve özellikle temel sağlık hizmetlerinin artık tamamı ile birinci basamakta verilme yaklaşımından uzaklaşma biraz bizim insanımızı ve toplumumuzu bulaşıcı hastalıklardan korumak için elimizi zayıflattı diye söylemek lazım. Çünkü sağlıkta dönüşüm programı ağırlıklı olarak salgın ticarileşmesine odaklanmış, tedavi hizmetlerine odaklanmış bir program. Oysa bulaşıcı hastalıklarda tedavi değil, koruyucu hizmetlerin ön plana çıkması gerekirdi. Sağlık sistemimizin bundan sonra bu pandemiye yanıt verme kapasitesini ele alacak olursak yoğun bakım yatakları açısından diğer ülkelerle kıyaslandığında bir avantajımız var ancak sağlık çalışanlarının sayıları açısından biz o ülkeler arasında 1000 kişiye düşen en düşük hekim ve hemşire sayısına sahibiz. Uzun zamandır sağlık çalışanlarının büyük bir özveriyle çalışmaktan kaynaklanan yorgunlukları ve gerek kamu yönetimi politikalarının ihtiyaca yanıt vermemesi gerekse de yurttaşın duyarsızlığı sağlık çalışanları üzerinde de bir olumsuz etki yaratmış durumda. Gerekçeler ön plana çıkarıldığı zaman önümüzdeki aylarda sağlık sisteminin bu sürece güçlü bir yanıt verme ihtimali düşük görünüyor. Sağlık Bakanlığı zaten COVİD-19 hastalarını bir meslek hastalığı olarak kabul etmiyor. Burada da ciddi bir problem var ama biz sağlık çalışanları, Türk Tabipleri Birliği, hekim örgütleri bu mücadelede kararlı bir şekilde bu hastalığın meslek hastalığı olması için uğraş vermeye devam edeceğiz.
Grip ve COVİD-19 birbirini tetikleyebilir mi?
Şu ana kadar yapılmış çalışmalar henüz bu hastalığın grip mevsiminde ortaya çıkmış olması nedeniyle belirsizlik taşıyor. Bu hastalık şubat ayında itibaren karşımızda oysa mevsimsel grip hastalığının en etkili olduğu aylar ekim ve şubat arasıdır. Çin başta olmak üzere yapılmış birkaç araştırma mevsimsel grip hastalığıyla birlikte COVİD-19’un daha da ağır seyretme ihtimaline işaret ediyor. Biz bu nedenle önümüzdeki Eylül ayından itibaren toplumun tamamının, 6 ay üstündeki bütün çocuklar da dahil olmak üzere grip hastalığına karşı aşılanmasını istiyoruz ki sağlık sisteminin üstündeki yük biraz olsun hafifletebilsin. Aynı şey zatürre aşısı için de geçerli ama zatürre aşısının herkese yapılmasına gerek yok, risk gruplarına yapılması yeterlidir. Bunun için de yurttaşların kendi aile hekimlerine başvurarak onların değerlendirmeleri doğrultusunda zatürre aşıları yapılmasında da büyük bir yarar var.
Çevre kirliliği COVİD-19‘u nasıl etkiliyor?
Bunu bilmiyoruz ama havanın kirli olduğu yerlerde bu hastalığın ölümcül etkisinin daha yüksek olduğuna erişkin İngiltere başta olmak üzere değişik ülkelerde yapılmış çalışmalar var. Önümüzde ki yıllarda çok sayıda virüsün dünyada salgın yapma potansiyeli var. Çünkü hem hayvanların yaşam alanlarına müdahale edilen hem de insanların yaşam biçimlerinin değiştiği küresel kapitalist bir çağda yaşıyoruz. Bunlar bir araya geldiği zaman ciddi bir sorun oluşturma potansiyeli var. Biz bu salgınları 2000’ li yılların başından beri konuşuyoruz dünya böyle bir tehdit altında diye şunu da bir kez daha vurgulamakta yarar var pandemi bitse bile örneğin sizin yaş grubunuz başka bulaşıcı hastalıkları salgını ile karşılaşma potansiyeline sahipsiniz.
Sibel Kahraman/BursaMuhalif.com