Erzincan’dan Çaldıran’a, Gölcük’ten Kahramanmaraş’a… Türkiye, 7 ve üzerinde pek çok depremde enkaz altında kaldı. Amasya’dan Zonguldak’a, Kastamonu’dan Soma’ya… Onlarca maden faciası yüzlerce işçiyi yaşamdan kopardı. Alınmayan önlemler, yetersiz denetimler, siyaset ve rant ilişkisi, para ve kâr hırsının insan sağlığının önüne geçmesi… Yıllar ilerledi, iktidarlar değişti ama halk bedeli canı, kayıpları ve acıları ile ödemeye devam etti. Yaşadığımız tüm büyük acılardan sonra hızla yenisini inşa etmemiz gereken şeyin binalar olduğu söylendi. Ama biz her felaketten sonra ya ‘Kader Planı’ ile ölmeye ya da şans eseri hayatta kalmaya devam ettik…
Yüzünü akla ve bilime dönen, insan sağlığı ve hayatını önceleyen, rantın ve kârın değil, derenin, ağacın, kuşun, kurdun yanında olan bir kültürü inşa etmeden yaptığımız her şey, yeni bir felakette bu yazının başlığını doğrulamaktan öteye geçmedi maalesef!
İktidar Sözcüsü Çelik ve iktidarda olmanın dayanılmaz cazibesi: Dün dündür bugün bugündür!
“Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan “devletlu” zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor”. Böyle demişti, 17 Ağustos 1999 depreminin ardından Yeni Şafak’ta yayımlanan “Bugün susmak” başlıklı yazısında, günümüzün AKP Sözcüsü Ömer Çelik… Ne hikmet ise “Asrın felaketi” olarak adlandırılan Kahramanmaraş merkezli 2 büyük depremin ardından, “Cumhur İttifakı olarak hepimiz sahadayız. Hem AK Parti Genel Merkezi hem MHP Genel Merkezi milletvekillerimizi, MKYK üyelerimizi bölgelere gönderdik. Cumhur İttifakı’nın teşkilatları sahadadır” açıklaması ile siyaseti işe karıştıran cümleler kurarak iktidar kanadından başını uzatan ilk isim de kendisi olacaktı…
Çelik’in o yazısında ifade ettiği bir bölüm de şöyleydi: “Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden yetkililer, el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler. Oysa tek âli toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti…”
“İşe başladıklarında iş işten geçmişti” diyor Çelik. “Eleştirenlere el altından gözdağı verdiler” diyor. Adıyaman’dan Hatay’a özellikle ilk 2 gün geldi aklıma. Bir de deprem bölgesinde dayanışma faaliyeti yürüten muhalif partilerin, sivil toplum örgütlerinin, AHBAP gibi oluşumların karşı karşıya kaldıkları muamele…
Çelik’in 99 depreminden sonra kaleme aldığı yazısından bir bölüm daha: “Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sumen altı etmeye harcıyor enerjisini. Sanki ortadaki tek sorun, milletin baş başa kaldığı yıkımın bir ucundan devlet kurumlarına da bulaşmış olması. Yoksa insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?”
Evet, ne anlamlı olabilir? Çelik’in bugün yaşadığımız yıkımın ardından bir yazı daha kaleme alıp bu soruya yanıt vermesini beklemek sizce de saflık mıdır? RTÜK, deprem yayınları nedeniyle TELE1, Halk TV ve FOX TV‘ye ceza yağdırdı. Yahu Sayın Çelik, sizin ifadenizle, “insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?”.
Ve bingo! Çelik, yazısını çok önemli bir yere bağlıyor: “Türkiye yönetilemiyor. Ve yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin “milli birlik ve beraberlik” nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.”
Evet, 99 depreminin ardından yazdıkları böyleydi günümüzün AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in. O dönem yazdıklarının yanlış olduğunu, Çelik’in deprem üzerinden siyaset yaptığını falan iddia etmiyorum.
Sadece soruyorum…
Bugün hala “birilerinin fiyakası bozulmasın” diye “gün siyaset yapma günü değil” diyerek susmalı mıyız? Yoksa çarpık mekanizma nedeniyle yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmamalı, yani konuşmalı mıyız?
Ne önerirsin Ömer Çelik?
Burak Demirci