Türkiye’de yaşayan milyonlarca gencin son yıllarda en büyük hayali; yurtdışına taşınmak. Ekonomik kriz, muhafazakar gelenekler, antidemokratik ve yoğun çatışmalı kamusal alan koşulları, bireysel özgürlükleri baskılayan toplumsal yapı, liyakatsizlik üzerine kurulu iş pratikleri, eğitim ve kariyer fırsatları ve daha birçok neden sayılabilir. Özellikle ekonomik alım gücü bağlamında yapılan ülke karşılaştırmalarının başta sosyal medya olmak üzere internette her geçen gün yaygınlaşması başka bir neden olarak sayılabilir. Milyonlarca genç ‘gitmek’ isterken, onları nelerin beklediğini yurtdışında yaşayan Türkler anlattı.
Toplamda dört bölümden oluşan ve üçüncü kısmını dün yayınladığımız yazı dizisinin son kısmında İsveç’te yaşayan Aydın Demir’in hikayesine konuk oluyoruz.
İsveç’e doğru ‘hayalperestçe bir macera’: Bir yere bağlı değilim, her yer benim
Aydın Demir (27) Bulgaristan göçmeni bir Türk ailenin çocuğu olarak büyümüş. Dünyayı gezme hedefiyle 2017 yılında İsveç’e taşınmış. Birkaç ayın ardından uyum sağlayamadığı düşüncesiyle Türkiye’ye kesin dönüş yapmış. Ancak burada da adaptasyon sorunu yaşadığını fark ederek tekrar İsveç’e gitmiş. Stockholm kentinde, yarı zamanlı farklı işlerde çalışarak geçimini sağlıyor. Avrupa ülkelerini geziyor.

Bursa’da doğup büyüyen Aydın, farklı ülkelere seyahat ederek farklı kültürleri tanıma merakının çocukluğundan beri olduğunu söylüyor. 21 yaşında İsveç’e taşındığını belirten Aydın, bu süreci, ekonomik sıkıntılar nedeniyle başvurulan zorunlu bir göçten ziyade ‘hayalperestçe bir macera’ olarak nitelendiriyor ve ekliyor: “Bir yere bağlı bir insan değilim, her yer benim.”
İsveç’teki ilk zamanlarını anlatan Aydın, yabancı dil ve çalışma koşullarından bahsediyor:
“Fransa, İngiltere gibi ülkeleri görmek istiyordum ve burada olursam daha kolay gidebilirim diye düşündüm. Geldikten sonra birkaç ay pizzacıda, farklı işlerde çalıştım. Ama İngilizce de İsveççe de konuşamıyordum. Çok zorlandım, yapamadım. Birkaç ay sonra Türkiye’ye geri döndüm. Türkiye’de çalıştığım ve aynı zamanda uluslararası bir kahve dükkanı zinciri olan şirket aracılığıyla İsveç’e tekrar geldim. Şu anda burada iki üç farklı yerde çalışıyorum. Bazı geceler barmenlik yapıyorum, bazı günler sabah bir kafede baristalık yapıyorum. Arada yine buraya geldiğim şirketin şubesinde çalıştığım oluyor. Ama artık düzenimi tamamen kurdum diyebilirim.”
Bireylerden topluma her şeyin bir düzen içinde var olduğu sistem
Yurtdışındaki ilk aylarda kendisini en çok zorlayan konuların sosyal çevre yoksunluğu ve yabancı dil yetersizliği olduğunu aktarıyor Aydın. 20 yıllık arkadaşlarından aniden uzaklaşmanın yarattığı boşluktan bahsediyor. İngilizce ve İsveççe bilmeden hem banka, sigorta, hastane gibi işlemlerde hem de toplum içinde yaşadığı zorlukları anlatıyor ve ekliyor:
“Şimdilerde ise İngilizce de İsveççe de kendimi çok iyi derecede ifade edebiliyorum ve artık kolayca sosyal ilişkiler kurabiliyorum. Ama tabii Türkiye’deki 20 yıllık arkadaşlarımla aynı seviyede olması mümkün değil. Çünkü ne kadar iyi İngilizce konuşsam da Türkçedeki kadar rahat olduğum söylenemez. Uzaydır, İkinci Dünya Savaşı’dır, kuralıktır… Bu gibi derin konularda hala rahat konuşamıyorum. Ayrıca geçmişten gelen bir bağlantı var, oradaki arkadaşlarımla çocukluktan beri her şeyi paylaştığımız, uzun yıllardır sürdürdüğümüz bir ilişkimiz var. Ve burada bunu yakalamam mümkün değil.”
İsveç’te yaşamanın fazlasıyla kuralcı olan bir sisteme bağlı kalmayı gerektirdiğini ifade ediyor Aydın, devlet örgütlenmesinin yanı sıra toplumun da kuralcı bir yapısı olduğunu ve bunun insanların kişiliğine de sirayet ettiğini ise şöyle açıklıyor:
“Mesela biriyle buluşmamız için 2 hafta önceden planlama yapmamız gerekebiliyor, tüm programını ona göre yapıyor. Türkiye’deki gibi aniden ‘haydi şunu yapalım’ diye bir plana çok müsait değiller. ‘Gece şu kadar uyumam, uykumu alıp işe gitmem, sporumu yapmam lazım’ gibi belli programları olabiliyor ve bunu esnetmiyorlar. Türkiye’de hatırlıyorum, gece sabaha kadar gezip tozup, sabah hiç uyumadan işe gittiğimiz oluyordu. Bazen badminton oynuyoruz mesela. Saat 9 ile 10 arası sürüyor ve 10’u 5 geçe herkes dağılıyor. Hani bir yemek yiyelim, bir şey yapalım yok. Herkes o zaman aralığına göre planını yapmış. ‘Haydi bize gidelim’ samimiyeti de yok mesela, genelde dışarıda buluşuluyor. Hala bunlar bana garip geliyor.”
Kurallar zorlayıcı olsa da güzel yanları da var
“Türkiye’de bir şeylere ulaşmak daha kolay” diyor Aydın, hizmet sektörünün İsveç’teki işleyişinden bahsediyor. Akşam saat 7’de ‘hayatın durduğunu’ belirterek, bu kurallar silsilesinin olumsuz yanları olduğu kadar güzel yanları olduğunu da bir örnekle anlatıyor:
“Havalimanından eve geliyordum, beklediğim metro gelmedi. Saati yazıyordu ama gelmedi. Oradaki yetkililer de taksiyle gitmemi ve taksi fişini metro şirketine atmamı söylediler. Çünkü onların hatasıydı. Taksiye bindim, evime geldim, epey de uzak bir mesafeydi. Sonra o faturayı şirkete attım. Şirket bana ödeme yaptı. O gün o metroyu bekleyen belki 200 kişi aynı şeyi yaptı. Ama şirket ‘taksiyle gitmeseydin, bir sonraki seferi bekleseydin’ demedi ya da ‘bir kontrol edelim’ diye uzatmadı. Doğrudan ödemeyi yaptı. Bu kuralcılığın güzel yanları da var yani.”
“Her şeyi bırakıp gelmeye değer mi, bilmiyorum”
Türkiye ile İsveç’i kıyaslayan Aydın, yurtdışına taşınmak isteyen birçok insanın -özellikle gençlerin- yüksek beklentilerinden ve genel kanıya dönüşmüş yanılgılardan bahsediyor.
Ekonomi, düzenli devlet ve kent örgütlenmesi, planlı yaşam ve sakinlik başlıklarıyla İsveç’i özetliyor. Canlı bir hayat, ilişkilerin manevi derinliği ve kültürel yakınlık olarak sınıflandırdığı avantajlarla ise Türkiye’yi öne çıkarıyor.
“Her şeyi bırakıp gelmeye değer mi, bilmiyorum” diye yorumladığı göç gerçeğine dair ihtimalleri kendi deneyimlerine dayanarak şöyle anlatıyor:
“Burada barda, pizzacıda çalışmak gibi işler yapmak mümkün ama yine de bir mesleğin yoksa burada bir cennet bahçesi yok. Çünkü burada iş bulmak, ev bulmak çok zor. Yapılmayacak şeyler değil elbette ama Türkiye’de bir sosyal yaşamın varsa -ki benim öyleydi, benim için daha da zordu bu durum- her şeyi bırakıp gelmeye değer mi, bilmiyorum. Çünkü şöyle bir gerçek var. Ben burada 26 metrekare bir evde kalıyorum, 600 euro kirası var. Araba alabilirim ama onu aldığımda birçok şeyden vazgeçmem gerekir. İnsanlar sadece bunun kıyasını yapıyor mesela. Orada bir araç 200 bin TL ise burada 3 bin euro. Evet ama sadece bununla bitmiyor. Vergisi, kaskosu, yakıtı, diğer giderlerin… Öyle düşünüldüğü gibi bir cennet bahçesi yok yani.”
“Ailen ya da arkadaşların olmadan ne kadar keyifli olabilir?”
İsveç’te maddi imkanların Türkiye’ye göre yüksek olduğunu ve Avrupa ülkelerine seyahat olanağının kolay olduğunu vurguluyor Aydın, ancak “Ailen ya da arkadaşın olmadan, gelip 20 metrekare evde kalarak bunu ne kadar keyifle yapabilirsin” diye ekliyor:
“Canın sıkıldığında Amsterdam’a gideyim, bir hafta takılayım veya Paris’te bir akşam yemeği yiyeyim diyebilirsin. Bu gerçekten kolay, yapabilirsin. Ama bu yapılabiliyor sadece. Ailen ya da arkadaşın olmadan, gelip 20 metrekare evde kalarak bunu ne kadar keyifle yapabilirsin. Diğer yandan ‘sokakta hayvan olmasını istemiyorum, bisikletimle şehir içinde gezmek istiyorum, bir kadın olarak gece 3’te dışarı çıkmak istiyorum dersen, evet, burası cennet.”
Aydın, dünyayı gezmek üzere çıktığı yolda şu anki hislerini ise “Hala kafam birçok noktada karışık. Sürekli bir yerleri geziyorum, ciddi paralar harcıyorum, bir birikimim de yok. Şu anlık hayatımdan memnunum. Ama o kadar da kolay değil. Özellikle ilk başlangıç evresi eziyet, zulüm. Elbette denenebilir ama çok da mükemmel bir yaşam beklemiyor diyebilirim” ifadeleriyle aktarıyor.
Fadime Nisa Sayar