Türkiye’de yaşayan milyonlarca gencin son yıllarda en büyük hayali; yurtdışına taşınmak. Ekonomik kriz, muhafazakar gelenekler, antidemokratik ve yoğun çatışmalı kamusal alan koşulları, bireysel özgürlükleri baskılayan toplumsal yapı, liyakatsizlik üzerine kurulu iş pratikleri, eğitim ve kariyer fırsatları ve daha birçok neden sayılabilir. Özellikle ekonomik alım gücü bağlamında yapılan ülke karşılaştırmalarının başta sosyal medya olmak üzere internette her geçen gün yaygınlaşması başka bir neden olarak sayılabilir. Milyonlarca genç ‘gitmek’ isterken, onları nelerin beklediğini yurtdışında yaşayan Türkler anlattı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Uluslararası Göç İstatistikleri raporlarına göre, Türkiye’den göç eden nüfus oranı 2016 ile 2017 yılları arasında yüzde 42,5 arttı. 2017 yılında 253 bin 640 kişi, 2018 yılında 323 bin 918 kişi, 2019 yılında ise 330 bin 289 kişi yurtdışına göç etti. Ayrıca göç eden nüfus içinde en fazla 25-29 arası ve 20-24 arası yaş grubu bulunuyor. Bu rakamlar içinde Türk yurttaşlarının yanı sıra yabancı uyruklu kişiler de önemli bir yer tutuyor.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) 2022 Dünya Göç Raporu’nda yer verdiği uluslararası göç koridorlarına ilişkin veriler ise 2020 yılında Türkiye üzerinden toplam 2 milyon 649 bin 775 kişinin Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiğini ortaya koyuyor. Bu nüfus hareketinin içinde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olanlara ilişkin bir veri bulunmuyor.
TÜİK ise 2019 yılından bu yana Uluslararası Göç İstatistiklerini erteleyerek yayınlamıyor.
Özellikle 2018 yılından itibaren yükselişi artan döviz kuru ve beraberindeki hayat pahalılığının yanı sıra her yıl yükselen enflasyon da Türkiye’de yaşam koşullarını zorlaştırdı. 2002 yılından beri iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) İslamcı çizgideki laiklik karşıtı politikaları ve 2018 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle birlikte ülkede ‘tek adam rejimi’ olarak nitelendirilebilecek bir otoriter yapı oluştu.
Türkiye’de yaşayan genç kuşağın en önemli sorunları, bu alanda yapılan araştırmalara göre, işsizlik, maddi yetersizlik, eğitim ve fırsat eşitsizliği ve özgürlük alanının kısıtlanması olarak öne çıkıyor. Farklı araştırmalarda ise gençlerin çok büyük oranı imkanı olması durumunda yurtdışında yaşamak istiyor. AKP iktidarının hem ekonomi hem demokrasi koşulları bağlamındaki politikaları dolayısıyla genç kuşak Türkiye’nin aksine yurtdışında bir gelecek kurabileceğine inanıyor.
Bursa Muhalif, Türkiye’de doğup büyüyen ve çeşitli nedenlerle yurtdışına taşınan kişilerle görüştü. Bu görüşmelerde öncelikli olarak kişilerin bulunduğu ülkeye uyum sağlama süreci ele alındı. Ekonomi, özgürlükler, kültür ve toplum başlıkları altında bireylerin göç olgusunu nasıl kavradığına ilişkin gözlem ve deneyimler paylaşıldı.
Almanya: Türkiye’nin en fazla göç verdiği ülke
7 yıldır Almanya’nın Köln kentinde yaşayan Mutlu Akbaş (30), medya sektöründe çalışıyor. İzmir’de doğup büyüyen Mutlu, 23 yaşında iş için Almanya’ya taşındığını ve burada bir hayat kurmak için çabaladığını belirtiyor.

Mutlu, Almanya’ya taşındığında hiç Almanca bilmediğini ve bu nedenle adaptasyon sürecinin oldukça uzadığını söylüyor. İş ve sosyal çevresinin Türklerden oluşması nedeniyle Alman kültürüyle kısa sürede tanışamadığını aktaran Mutlu, Köln’de dünyanın farklı ülkelerinden gelen milyonlarca göçmen olduğunu ve her topluluğun kendi dilini, kültürünü ve yaşam biçimini kendi ülkesindeki gibi sürdürebileceği yeni bir habitat oluşturduğunu ifade ediyor.
Türkiye ile Almanya’yı kıyaslayan Mutlu, devlet kurumları nezdinde ve kamusal yaşam içinde tüm yurttaşların adil ve eşit düzeyde var olabildiğini şöyle anlatıyor:
“Burada hiç kimseden farklı değilsin, kimse senden üstün değil, sen de kimseden üstün değilsin. Şöyle bir anım olmuştu. Bir kamu kurumunda sırada beklerken, 10 sıra önümde bir devlet bakanı vardı. Ben sonradan farkına vardım. Bu kişi bakan, o yüzden ona öncelik vereceğiz diye bir durum yoktu. Bu çok önemli bir şeydi benim için.”
“Çok materyalist ve yüzeysel geliyor bu hayat”
Türkiye’deki geleneklere ve kültürel özgünlüklere bağlılığı olmayan biri olarak kendini tarif eden Mutlu Akbaş, her ne kadar yadsımayı tercih etse de içinde bulunduğu Avrupa toplumunda en çok zorlandığı ve Türkiye’ye dair en çok özlem duyduğu şeyin ‘samimi’ insan ilişkileri olduğunu söylüyor:
“Bir Türk ile iletişim halindeyken duygular daha önde oluyor, samimiyetten kastım bu. Ama bir Alman için disiplin ve kariyer ön planda oluyor. Dolayısıyla bu bireysel etkileşim biçimleri toplumun yapısını da şekillendiriyor. Burada doğru olan Almanların veya Türklerin iletişim biçimidir, kültürüdür, toplumudur demiyorum. Alman toplumu içerisinde bir Türk olarak, alışılmışın dışındaki o yapıyı ne kadar içselleştirmeye çalışsanız da bir tarafınız hep aksak kalıyor. Biriyle sohbet ederken edebiyat, felsefe, psikoloji konuşmayı, kendi iç dünyanıza dair özel paylaşımlarda bulunmayı bu yüzden özlüyorsunuz. Bu yüzden çok materyalist ve yüzeysel geliyor bu hayat.”
“Türkiye’deki insan ilişkileri çok daha ‘samimi’ ama orada da özgür değildik”
Entegre olmaya çalıştığı toplumun ve bu toplumu oluşturan bireylerin yaşama dair önceliğinin ‘çalışmak ve varlıklı yaşamak’ olduğunu belirtiyor Mutlu Akbaş. İnsanlar arası ilişkilerin Türkiye’ye göre daha yüzeysel olduğunu ifade ederek, “Türkiye’deki aile yapısı, ‘bir yuva kurayım, evim olsun’ düşüncesi burada pek yok. Komşuluk ilişkisi hiç yok. Akrabalık ilişkileri yok. Türkiye’deyken şu sözü çok saçma buluyordum; burası Türkiye gibi değil, oradaki samimiyet yok. Buraya geldikten sonra gördüm ki gerçekten Türkiye’deki o samimi ilişkiler buraya göre çok daha iyi” diyor ve ekliyor: “Çok güzel bir çocukluk ve gençlik yaşadım Türkiye’de. Ama tabii buraya geldikten sonra da şunu fark ettim, her şey güzeldi ama ekonomik özgürlük, ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü anlamında çok kötü bir yaşammış oradaki.”
Geri dönüş…
Bu röportajın yapıldığı tarihten birkaç hafta sonra Mutlu, Türkiye’ye geri dönmeye karar verdiğini ve kısa bir süre sonra taşınacağını aktardı. Kararındaki en önemli etkeni ise şöyle açıklıyor:
“Yaşadım, bitti. 11 farklı ülke gezdim. Bambaşka kültürleri gördüm. Türkiye’de yaşayan bir kadına aşığım ve hayatımın en güzel günlerini onunla yaşadığımı görüyorum. Burada yalnız hissediyorum. Türkiye’de maddi anlamda çok zor günler yaşayabileceğimi biliyorum. Ama her ne olursa olsun, ben aşık olduğum kadınla ve ailem gibi hissettiğim arkadaşlarımla orada yaşamak istiyorum.”
“Buradan bakınca orası cennet, oradan bakınca da burası…”
Abdulvahap Çalıkoğlu (28) ise eğitim için Almanya’ya gittiğini ve 2018 yılından beri burada yaşadığını aktarıyor. Türkiye’de Gaziantep’te doğup büyüyen Abdulvahap, İzmir’de elektrik mühendisliği alanında lisans eğitimini tamamlıyor ve ardından kariyer fırsatları için Almanya’ya taşınıyor.

Yüksek lisans eğitimini tamamlayan Abdulvahap, iş bulma süreci için tanınan 1,5 yıllık vize hakkı kapsamında Almanya’da iş aradığını ve sonrasında buraya tamamen yerleşmek istediğini belirtiyor.
Türkiye’deki öğrencilik yıllarında da öğrenci değişim programları ile Almanya’ya giden Abdulvahap, yurtdışındaki ilk zamanlarını anlatıyor. İnsanların sahip olduğu politik bilinç ve özgürlüğün yanı sıra kent düzeni bağlamında kendisini şaşırtan koşullara değiniyor:
“İlk gittiğinde aşırı heyecanlı oluyor insan, farklı bir duygu. Hemen her şeyi öğrenip, koşturmak istiyorsunuz. Yaşlı bir kadın yürüdüğü esnada yardım istemişti. Yardım ettim. 70 yaşlarında bir kadın ve İngilizce biliyor. Bana o zaman Türkiye’de olacak seçimlerden bahsetmişti. Oradaki insanların bu bilinçte olması beni olumlu anlamda şaşırtmıştı. Diğer yandan evsiz insanların kaldığı tren istasyonlarındaki dağınık, kötü çevre de beni olumsuz anlamda şaşırtmıştı. Yine üniversitede mesela insanlar pantolonunun arka cebinde birayla geziyor, bu da beni çok şaşırtmıştı.”
Anadilinde yaşayamamanın zorluklarından bahsediyor Abdulvahap. Uluslararası eğitim programları nedeniyle okulda farklı etnik kökenden insanların olduğunu ve bu insanlar arasında rahat hissettiğini ancak resmi kurumlarda tedirginlik yaşadığını söylüyor:
“Bir dilde büyümüşsün; o dilde tonlamaların, kullandığın bir kelime, ağız ve şive gibi şeyleri hiç düşünmeden yapıyorsun. Beyin tarafından otomatikleştirilmiş. Ama yurtdışında kendi dilindeki kadar rahat olamıyorsun.”
“Özlüyorsun ama burada daha mutlu olacağını düşünüyorsun”
Türkiye ve Almanya’yı sürekli olarak kıyasladığını belirten Abdulvahap, iş dünyası koşullarının Almanya’da daha düzenli ve çalışanların özel yaşamına daha fazla zaman ayırabileceği düzeyde olduğunu belirtiyor ve “Ailem, arkadaşlarım orada, çok güzel bir ülkemiz var. Öte yandan Almanya’ya bakıyorum, herkes birbirine saygılı, ekonomik şartlar, kendine ayırabileceğin vakit… Özlüyorsun ama bir yandan da burada daha mutlu olacağını düşünüyorsun” diyor.
Abdulvahap Çalıkoğlu, iki ülkede de yaşamanın olumlu ve olumsuz yanlarını sıralıyor. Ekonomik refah düzeyi, insanların işten arta kalan zamanlarda kendisine veya ailesine yeterli derecede zaman ayırabilmesi, toplumsal yaşamda bireysel özgürlüklere saygı duyulması ve düzenli devlet örgütlenmesi olarak özetliyor Almanya’yı. Türkiye’yi ise kendi dilinde yaşamanın konforu, hizmet sektörünün gelişmişliği ve ulaşılabilirliği, aile ve sosyal çevrenin yakınında olmanın sağladığı ‘güven’ çerçevesinde tarif ediyor.
Zaman geçtikçe Türkiye’deki arkadaşlarıyla olan iletişiminin koptuğunu belirtiyor Abdulvahap ve bu durumun nedenini, birlikte geçirilen zamanın azalması ve mekansal olarak uzaklığın artması şeklinde açıklıyor.
Hayallerdeki ‘harikalar diyarı’ fikri ne kadar gerçekçi?
Doğup büyüdüğü ve aşina olduğu kültürün dışında bir yerde hayata yeniden başlamanın manevi zorluklarını anlatıyor Abdulvahap. Sosyal medyada, gerçek hayatta hem Türkiye’de hem Türkiye dışında yaşayan insanların ‘yurtdışında yaşamak’ denilince fazlasıyla iyimser ve deneyimden yoksun çarpık bilinçli görüşlere sahip olduğunu vurguluyor.
Türkiye’den göç eden insanların çoğunlukla maddi zorluklar dolayısıyla bu tercihe başvurduğunu anlatıyor röportaj boyunca. Gerçekteki tabloyu ise kendi gözlemleriyle şöyle aktarıyor:
“Yurtdışında yaşayan Türkler 11 ay boyunca çalışıyorlar, para biriktirip, Türkiye’de 1 ay tatil yapmaya gidiyorlar. Türkiye’deki insanlar sanıyor ki yurtdışında her şey süper, hiçbir zorluğu yok, hiçbir fedakarlığı yok, rahatça tatilini yapıyorsun. Yurtdışında yaşayan insanlar da zannediyor ki Türkiye’de her şey çok güzel, denize giriyoruz, geziyoruz, her şey çok ucuz. Yani Türkiye’de yaşayan insanlar yurtdışında yaşamanın zorluklarını bilmiyor, yurtdışında yaşayan insanlar da Türkiye’de yaşamanın zorluklarını… Yabancı bir ülkeye taşınan insanlar kendi ülkesiyle kıyaslamalar yapıyor, şartları görüyor ve karakterine göre değişir elbette ama bence her ne kadar ekonomik anlamda iyi şartlarda yaşasalar da ülkelerini çok özlüyorlar.”
Fadime Nisa Sayar
YARIN | Arayış: Kalabalıklar içindeki yalnızlık mı özgürlük sınırlarını ihlal eden aidiyet mi? (Fransa)