Açlık, kimsenin olmasını istemediği ama olmazsa da olmaz dediğimiz bir durum bizim için. Kimi açlığını geçirmek için çeşit çeşit yemeklerin olduğu kral sofraları isterken kimisi ne olursa olsun karnımı doyursun dediği sofralar ile açlığını tokluğa çeviriyor, yani halk dilinde karnını doyuruyor.
Aslına baktığımızda karaciğerdeki glikojen depolarının azalması ile çeşitli hormonlar harekete geçer ve bizde de açlık duygusu oluşur. Böylelikle beyin, bize ‘’yemek ye’’ komutunu verir.
Bizler bu doğal ve olması gereken komutu çok yanlış anlayıp saldırma durumları ile o komutun üzerine çıkıyoruz. ‘’Deve yükü aş olsa, aça az görünür’’ sözü aslında ne kadar doğru. Bizler açlığımızı bir hastalık olarak görüyoruz artık. Açlık, hiç olmaması gereken bir şeymiş gibi davranıyoruz. Halbuki vücutta gerçekleşen biyolojik bir olay ve bize yapmamız gerekeni söylüyor.
İlk olarak açlıkla ilgili yapılan büyük bir yanlışı düzeltelim; açlık ve tokluk vücudun gerçekleştirdiği doğal bir olaydır. Açlık kötü olsa, bu kadar hastalık oburluktan doğmazdı.
Yemeye o kadar alıştık ki, elimiz sürekli ağzımızda. Gün içerisinde az öğün tüketiyorum diyenler keşke atıştırmalıklar ile ne kadar çok öğün yaptıklarının farkında olsalar. İçeride muhteşem bir şekilde işleyen bir fabrika var. Siz çalışan motorlara sürekli çöp atıyorsunuz, o da çalışıyor ama aksamalı olarak bunu yapıyor. En sonunda çöple dolduğunda zaten işlevini gerçekleştiremiyor. Yani sürekli bir şey tüketerek, tok kalarak aslında vücudu daha iyi çalıştırmıyorsunuz, aksine vücudu tembelleştiriyorsunuz.
Ne yapalım?
Aslında çok basit. Genel yaşam düzeninize göre tabi ki değişecektir fakat yapacağınız en büyük şey vücudunuzu dinlemek. Aç mı, tok mu? Canınız bir şey yemek istediğinde acaba gerçekten ihtiyacı var mı? Bunları sorun, vücudunuz size doğru olanı elbet gösterecektir.
Farkında olalım.
Sağlıkla kalınız.
Diyetisyen Fatih Bıçaklar