Ukrayna’daki toplumsal parçalanmayı uluslararası emperyalist merkezler ve onların uzantısı yerli burjuva klikler arasındaki it dalaşının izdüşümü olarak görmek, sosyalistlerin pozisyonunu da belirler. Arada hangisi daha hegemoniktir diye “ince hesaplar” yapmanın alemi yok. Demek ki bu gerici bir savaştır. Bu kadar net.
Çatışan hakim siyasal-ideolojik programların hiçbiri ezilen sınıfların iktidarını öngörmemektedir. Aksi türlüsü emperyalizmden de anlamamaktır. Çünkü şu ya da bu türden bir siyasi üstyapı, emperyalizmin gerici ekonomik temelini değiştiremez. Aksine, üstyapıyı kendine tâbi kılan bu temeldir. “Günümüzde… hâlâ ilerici bir burjuvazi veya ilerici bir burjuva hareket düşünmek aptalcadır. Burjuva demokrasileri bütünüyle… gericileşmiştir.” Emperyalist “demokrasi”ye ilişkin bu değerlendirme, tüm Leninist anlayışın temel taşını oluşturur.
Yaşanan toplumsal mobilizasyonu ezilenler mücadelesinin bir tezahürü olarak gören bir diğer anlayış ise, içinde bulunduğu “sosyal çevreye” uygun hareket etmekle yetiniyor. Kendi sınıf cephesini açmak yerine ait olduğu parçadaki baskın eğilimlerin suyuna gitmek kolaycılığını gösteriyor. İktidar mücadelesi üzerine güzellemelerle açıklanmaya çalışılan bu durumun gerçekte, moda girmekten öte bir hükmü yok. En revaçta burjuva ideolojiler de liberalizm, din ve milliyetçilik. Sosyal demokrasi bile mumla aranıyor.
Gerçekte bu bölünme sosyalistleri de bölüyor. Çünkü sosyalizm idealinin ne olduğu ve nasıl toplumsal bir güç haline getirileceği konusunda kafalar karışık. Yani bu teorik keşmekeş ideolojiye içkin. Ancak mevcut tarihsel şartlar nedeniyle de “kuruluşa dair” ve “nasıl başlarsa öyle gider” ciddiyetinde.
Sınıf tartışmaları ve AKP iktidarının sınıfsal analizi de bu keşmekeşten nasibini alıyor. Oluşturulan lider kültüyle faşizmi açıklayanından sermaye karşıtı söyleminde Bonapartizm görenine kadar oldukça geniş bir yelpaze söz konusu. Nedense Tayyip Erdoğan ve dar oligarşik kadrosunu sınıflar üstü “kamu görevlileri” olarak gören baskın bir eğilim var. Oysaki ortaya saçılan gerçekler, bu kadroların, kamu kaynaklarının dağıtımı kanalıyla ciddi mülkler edinmiş servet sahipleri olduğunu belli ediyor. Kaldı ki tüm kamusal denetimden kendini muaf hale getirmiş bir “tek adamın” kullanımındaki bütçenin de şahsiliği ortada. Hakkında da birkaç milyar dolarlık varlık iddiası varken neden Tayyip Erdoğan sadece bir siyasetçi sayılır, anlamak mümkün değil. Ve yine proleterleşen orta sınıflar dinamiğinden bahsedilirken AKP dönemi boyunca önemli bir muhafazakar kesimi orta sınıf pozisyonuna taşıyan sınıfsal kaymalar neden sorun edilmez? Oysaki bu AKP direncini anlamanın da anahtarıdır.
Bugün bu soruları soruyor olmak bile isyanın nelere yol açtığını görmek açısından önemli. Sosyalistler tarihin her döneminde yaptıkları şeyi yapıyorlar. Toplumsal ayaklanmalara işçi sınıfının iktidarı perspektifinden yaklaşarak yön vermeye çalışıyorlar. Bu çabanın Ukrayna’da, Mısır’da, Türkiye’de farklı farklı zaruretleri var. Ancak hepsini kesen ortak niyet; sosyalizm idealinin yeniden inşası ve toplumsal bir güç haline getirilmesi. Aslında bu “kök neden” toplumsal bölünmenin farklı parçalarına dağılmış sosyalistleri, ortak bir tartışma ve mücadele düzlemine de çekiyor.
Bu yeni bir enternasyonalin yolunu açıyor. Dünya coğrafyasının değişik noktalarındaki sosyalist deneyimleri harmanlayacak ve tüm toplumsal isyanlarda tek bir flamayla, bir insanlık idealini temsil edecek bir güç oluşturmak mutlak önemde. “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” demek için bütün ülkelerin sosyalistleri birleşmeli.