Başbakan Tayyip Erdoğan’ın her halükarda kayıpla neticelenecek seçenekleri var. Birincisi hiçbir şartı kabul etmeden “bağımsızlık ve İslam davasını” toplumsallaştırmak. Yani istiklal mücadelesi benzeri bir “millet” uyanışını başlatmak. Bunun Türkiye’yi nereye götüreceğinin farkında. Çünkü dava haline gelmiş bir hareket oy konsolidasyonuyla tatmin edilir olmaktan çıkmış demektir. Üstelik yanı başımızda “alan tutan El Kaide” gibi güçler varken, rahatını bozacak “İslam savaşçılığını”, bizim tanıdığımız Erdoğan tercih etmez.
Ancak Erdoğan’ı bu tercihe yönlendiren bir itki var. AKP iktidarı denen geniş koalisyonun bir parçası da 1990’larda özerk fonksiyonlarını yitirmiş olan İslami harekettir. dolayısıyla Ali Şeriati’lerden, Seyyit Kutup’lardan öğrendikleri cihatçılığı iktidar katında hatırlayan ama gerçekte “Milli Görüş’e rücu etmiş” bir dinamikten bahsedilebilir.
“Çıkar ağlarıyla ördük anayurdu dört baştan”
Önemli olan bu hareketin Ortadoğu’da yoğunlaşmış ve membası Körfez ülkelerine uzanan bir sermayenin sponsorluğunda gelişmesi yani “bağımsız” ve “organik” olmamasıdır. Gözüken para trafiği ve ticaret ilişkileri de buna işaret etmektedir. Bu tablo aslında özel serveti dert etmeyen, tam aksine ekonomik güçle siyaset arasında doğru orantı kuran bir İslamileşme çizgisinin de iflası anlamına gelmektedir. Bu noktada Gezi günlerinde sıkça gördüğümüz Anti-kapitalist Müslümanların bu dönem rol alıp almaması ve hatta bir “Demokratik İslam Kongresinin” örgütleyicisi olup olmamaları ivedilikle tartışılmalıdır.
“Yeni Türkiye,” Cumhuriyet idaresi gibi, kendine bir 10. Yıl Marşı yapmak istese herhalde, “çıkar ağlarıyla ördük anayurdu dört baştan” demek uygun düşerdi. Söz konusu büyük paralar, 11 yıldır sürekli semiren iktidarın da kaynağını belli etti. Ortada “sınır ve hukuk tanımaz bir çıkar ağı” var. Adeta, yönetim yetkilerini sürekli rant yaratmak amacıyla kullanan ve ortaya çıkan bakiyenin de dağıtımını kontrol eden bir “baba” düzeni. Yolsuzluk soruşturmalarının hayatiyeti de burada.
Musluklar kesildiği an
Bu musluklar kesildiği an AKP de biter. Çünkü ihalelerle dağıtacağın kaynakların olmadan ve para trafiğinde kavşağı tutmadan ne özel medyan ne pahalı miting organizasyonların ne dağıtacak makarnan, kömürün olur. Bugüne kadar fazla üzerinde durulmadı ama siyasetin en pahalısını yapan bir parti var karşımızda. Bu genelde siyasal mühendislikteki başarıya yorulur ama gerçekte ne kadar fazla “kanaat önderi” tuttuğunla ve yarattığınla ilgilidir. 11 yıllık iktidar döneminde birçok “figür” ve “rol model” bu ağ içinde imal edilmiş ve başarılarının kaynağı olarak da Erdoğan’ı görmüş ve göstermişlerdir. Eskisi kadar rahat ve bonkör olamayacak bir Erdoğan bu faydacı çevre içinde cazibesini yitirecektir. Erdoğan’ın yolsuzlukları kabul ederek “arınmak” gibi bir seçeneğe yönlenmesinin imkansızlığı da bu sebepledir. Çünkü tüm soruşturmaların gelip dayandığı adres Başbakanlık ve etrafında oluşturduğu sermaye gücü, aynı zamanda siyasetinin de finansörü.
Erdoğan, kendisinin ve sermayedarlarının en az zararla çıkacağı bir seçeneği inşa etmeye çalışıyor. Devlet aklı olarak ulusalcılıkla ittifak pazarlığı da bu minvalde başlamış durumda. Yani aslında tercihini belirledi. Bu yakınlaşmanın fazla engelli olduğunu da düşünmemek lazım. Çünkü kalkınma retoriği Türk ulusalcılığının da yapısal bir unsuru ve “mücahit Erdoğan”dan arındırılmış “büyük Türkiye” vizyonu ulusalcılık açısından çok da rahatsız edici değil. Üstelik çözüm sürecinde baskın hale gelen ve Kürt siyasal hareketini güçsüzleştiren “milletleşme” ile tüm farklılıkların yok olacağı vazedilen Türk uluslaşması arasında çokta büyük mesafeler yok. İşi ilginç kılan en önemli şey şu; Cemaat’e karşı kurulacak gibi duran bu ittifak aslında tam da Cemaat’in AKP’yi çekmek istediği noktayı işaretliyor.
El Kaide ve ılımlılık testi
Hattı zatında AKP, ‘devletin bekası’ gerekçesiyle emperyalist merkezlerin ortaklaşa oluşturdukları yeni Ortadoğu politikasının gereği olan bir pozisyona çekiliyor ve Libya’da, Suriye’de, şimdi de Irak’ta bir güç olarak ortaya çıkan cihatçı unsurlardan uzaklaşmaya ve hatta dar bir bölgede kıstırılmış bu askeri güce karşı bir uluslararası harekatın parçası olmaya yönlendiriliyor. Bunu, İslam siyasetinin girdiği bir “ılımlılık testi” olarak da okumak mümkün
Ortadoğu’daki gelişmelerle iç içe geçmiş bu kırılmaların kuşkusuz Kürt hareketini ve Alevi kesimini de ilgilendiren bir tarafı var. Halihazırda El Kaideci unsurlara karşı yürüttükleri savaşta, müttefik güçlerin çoğalmasından dolayı bir memnuniyetin gelişmesi de muhtemeldir. Yeni bir Türk-Sünni tahkimatından endişelenilmesi de. Zira egemen merkezlere göre belirlenen kimlik siyasetinin çok da geniş seçenek repertuarı yoktur. Aynı Erdoğan gibi.