Hıristiyan Batı, Ortaçağ da “Karanlık” dönemine girerken Doğu İslam topluluklarında düşünce özgürlüğü ve bilim yükseliyordu. Ancak, 8. yüzyıllarda Doğu’da bilim denilebilecek bir şey yoktu. Halifeliğe Memun‘un geçmesi ve Beyt-ül Hikme yolu ile Yunan biliminin ve felsefe kitaplarının çevirilerinin yapılması ve geniş bir hoşgörü ortamı ile bilimin gelişimi sağlandı. Mutezileciler/Akılcılarİlahiyatın dahi, aklın inceleme, araştırmalarına bir zemin olduğuna değinerek; “Allah böyle dedi” sözünü öylece kabul edecek yerde, bu tümcedeki “Allah” öznesiyle “dedi” yüklemesinin anlamının açıklamasını istediler ki, bu İslam’da serbest düşünceye doğru ilk atılmış adımdır. “Harun Reşitve Memundönemlerinde bilim ile din arasında bir çekişmeye rastlanmamaktaydı. Müslüman ve Müslüman olmayan tüm tarihçilerin oy birliği ile söylediklerine göre hem medreselerde ve hem de camilerde bilim öğretimi için tam bir serbestlik vardı. Özellikle, Tıbbın dışında bilimler için camiler öğrencilere bir derslik olduğu gibi, her camiinin de kütüphanesi vardı.
“İslam ülkeleri, büyük kültür merkezlerini alınca, bu yeni kültürleri ve bilimi benimsediler.” Barthold, Doğu İslam uygarlığının İran ve Bizans’tan çok şey aldığını belirtir. Fuad Köprülü ise; tüm bu kültürlerin etkisinde, ancak yine de Doğu-İslam dünyası, özgün bir uygarlık yarattığı düşüncesindedi.
Doğu-İslam dünyasında Filozof diye tanınan düşünürlerin başındaMeşşailergelirdi. Meşşailer başında Kindi(öl. 866), Farabi(öl. 950) ve İbni Sina(öl. 1037) gelmekteydi. Meşşailer genellikle Eflatun’dan da yararlanmasına karşın yöntem olarak Aristoculuğa seçen felsefi guruptu.
İslam’da doğan diğer bir felsefi akıma da, “İştirakiye Ekolü” denir. Bu ekolün temsilcileri Sühreverdi al-Maktulve İbni Tufevi‘dir. İşrakiye, Manihaizm ve yeni Eflatunculuğun bazı görüşlerini İslam ile uzlaştırmaya çalışmıştı.
Doğu-İslam dünyasında doğacı (tabiatçı) filozoflardayetişmişti. Bunlardan en ünlüsü ar-Razi‘dir (Öl. 925). Razi, dinleri, peygamberlerin uydurduklarını iddia eder. Razi’ye göre taklit, siyaset ve egemenlik, psikolojik etkiler ve alışkanlıklar nedeniyle doğmuştur. Razi‘ye göre doğruyu ve yanlışı ayırt etmek için akıl yeterliydi. Tüm insanlar eşit yaratılmıştı. İnsanı değiştiren yetişme ve eğitim tarzıydı.
Doğu-İslam dünyasında diğer bir düşünce akımı Dehriye’nin görüşüydü. Dehriyeliler, materyalist, maddeci görüşü benimsemişlerdi. Bunlar zamanın sürekliliğine inanırlardı. Bu görüşün en ünlü temsilcisiİbni al-Bavendiidi. (öl. 910) Sahih-b Abd-al-Kuddus, Başar b. Burd, Ebü’l Attahiyye İbni al-Mukaffadiğer materyalistlerdi. Tüm dinleri inkar eden Ravendi, Fatihat al-Mütezileadlı kitabında İslam’a göre sapık görüşlerle doluydu.
Meymunb. Deysanile Abdullah b M. al-Kaddah‘ın oluşturdukları Batiniye görüşü de Doğu-İslam dünyasında haylice etkili olmuştu.
Doğu-İslam dünyasında Tekaul-Edilleciler adıyla şüphecilik düşüncesi de varlığını hissettirmişti. Bu şüpheciler, Allah, peygamber ve ahiret yaşamı konusunda kuşkuya düşünen düşünürlerin oluşturduğu guruptu.
İslam dünyasının önemli bir düşün hareketlerinde bulunan “Kelamcı“lar ise nakil yolu ile savunmak amacıyla çıkmıştı. Bunlardan Mutezile akla daha çok önem vermesine karşılık Eşari ve Maturidi ise ehli sünnetin inanç sorunlarını sistemleştirmişlerdi.
Bilim alanında ise 9. yüzyılda matematikte Musa el-Harezmi ile el-Kindi büyük gelişmeler sağlamışlardı. Ebu Bekr-ür-Raz iise 9. yüzyıl devrinin en ünlü hekimidir. 10. yüzyılda ise matematik Ebul Vefa ile doruğa erişmişti. Bu arada Basra’da İhvan-üs-Safa adı altında kurulan gizli bir dernek vardı ki, 52 fasikülden oluşan bir bilgiliği kaleme almıştı. Bunlardan on yedi cildi doğa bilimlerine ilişkin bilgileri kapsamaktadır. 10-11. yüzyıllarda ise Ebu Reyhan-ül-Biruni, Matematik ve Fizikte önemli yapıtlar bırakmıştı. İbni Sina, dönemin bir başka ünlü doğa bilimcisiydi. Filozof olduğu kadar hekim ve matematikçi olarak da tanınırdı. İbni Sina‘nın ünlü “Kanun” adlı tıp kitabı, hem Doğu hem de Batı da ders kitabı olarak kullanılmıştı. 11. yüzyılda, şair-edebiyatçı olarak tanınıp ünlenen Ömer Hayyam‘ı bilim alanında büyük bir matematikçi olarak görüyoruz. Bu dönem Doğu-İslam biliminin yerini belirtmek üzere ünlü Batılı bilgin Bacon şöyle demektedir. “Bilim için Arapça öğrenmek gerek.”
Doğu-İslam Dünyasında Bilimde Durgunluğun Nedeni Nedir?
Doğu-İslam dünyasında 9-10. yüzyıllarda başlayan bilimde yükseliş, kuşkusuz dinsel-düşünsel hoşgörünün yarattığı bir oluşum içinde gerçekleşmişti. Halife Raşit ve Memun döneminde toplum dinsel-düşünsel tutuculuktan uzak, tekdüzeliğe karşın çok renkli bir mozaik görünümü içerisine girdi. Batı dünyası, tam bir karanlık dönem yaşarken, Doğu-İslam dünyası düşünce ve bilimde doruğa ulaşmıştı. Ancak ne zaman ki Doğu-İslam dünyasında katı suni ilkeler uygulanmaya başlandı, düşünce ve bilimin gelişmesi durdu, hatta daha önce bilinenler unutturulmaya çalışıldı.
“Abbasilerin felsefeye ilgisi, onların İslam inancına akıl ve mantık dayanakları sağlamaya yöneliktir ve bu amaçla sınırlıdır. Ne var ki eşitlikçi, ihtilalci hareketlerde felsefelerini kurmaya yöneldi. Bu hareketler oldukça etkinlik ve yaygınlık kazandı. Bilim ve felsefe, devrimci bir nitelik kazanıyordu. Bu nedenle bu tür çalışmalar çok geçmeden kuşku uyandırmaya başladı. VeHalife Mütevekkil(847-861) döneminde yasaklandı. Bilim ve felsefe ile uğraşanlar takibata uğradı. Sürüldü veya öldürüldü.”
Bağdat’taki durgunluğa karşılık, Irak’ın diğer merkezleri ile İran ve Mısır’da astronomi, tıp kimya, fizik, botanik gibi deney ve gözlemeye dayanan bilimlerle, matematik ortaçağdaki gelişmelerinin zirvesine erişti. Endülüs’te sosyoloji önemli gelişme gösterdi. (İbni Haldun 1332-1406) “Darül Kütup”da kitap sayısı 1.600.000.’i buldu ve bunların 18 bin cildi astronomi, matematik , felsefeye ilişkindi. Aynı dönemde Endülüs’ün Gırnata kentinde 70 genel kütüphane bulunmaktaydı.”
Batılı bilim tarihçileri, Arap dilindeki bilimden söz ederken 8. yüzyılda susmaya başlıyor. 14. yüzyılda tümüyle susuyor. İşte, bu noktada herkes şu soruyu soruyordu. Doğu-İslam dünyasında düşünce ve bilim neden söndü? İşte bu soruya hemen hemen tüm bilim tarihçileri, artık bu yüzyıldan sonra katı Sünni düşüncenin Doğu-İslam dünyasında egemen olması ve devlet ideolojisi olarak benimsemesi gösteriliyordu. Ehli-i Sünnet inancının Doğu-İslam dünyasında güçlü bir biçimde kurularak bilimde serbestçe araştırma devrinin kapatılması konusunda en çok Gazalisuçlanmaktaydı. Batılı bilim tarihçisi olan Edward Sachau; “Eşarive Gazaligelmeselerdi, Araplar belki Galile’leri, Kepler’leri ve Newton’ları yetiştiren bir toplum olacaktı, ” görüşünü savunur.
“Gazaliciler, Antik Yunan’ın dolayısıyla Aristo’nun felsefesini kabullenen ünlü Doğu-İslam düşünürleri olan İbni Rüştve İbni Sinafelsefesine karşı cephe almışlardı.” Gazali’nin Aristo’nun fizik veya metafizik teolojisine karşı çıkmasına karşın, “Aristo mantığını” kelamın içine almıştır. Oysa, Gazali‘den önce, “Aristo Mantığı” da “bidat” (sapkınlık) olarak nitelendiriliyordu.” Gazali, “Tuhafut al-Falasife” adlı kitabında felsefeye ölümcül bir darbe vurmuştu.
Adnan Adıvar: “Bilimsel ve zihinsel ilerlemelerin, gelişmelerin durmasına yalnız dinde Ortodoks inancın kuruluşuna bağlamak pek doğru olmaz. Ayrıca, Gazali’den sonra da birçok filozof ve bilginler gelmiş ve yeni yeni yapıtlar bırakmışlardır” diyerek Doğu-İslam dünyasında bilimde durgunluğun nedeni olarak Gazali gösterilmesine karşı çıkmıştır.
“Gazali’ye göre, duyumlar ve akıl tanrı tarafından insanlara dışarıdan ve hazır olarak verilir.” Gazali’ye göre tıp ve yıldızlar bilimi alanlarında deney ve gözlem yolu da akıl yolu da çıkmazdır, geçersizdir. Adı geçen bu iki bilim de araştırma yapan kimse, bunların ancak ilahi ilham ve Allah Teala tarafından uygun bir akıl erdirmeyle zorunlu olarak bilinir., bu bilgilerin deneyimi ile elde edilmesi olanaksızdır. “Nübüvvet, (Tanrı bilgisi) en yüksek derecede peygambere verildiğinden şaşmaz gerçekler, bu nübüvvet lütfünün ürünleri olan Kuran ve hadislerde bulunur. Sıradan insanlar bunları okuyup tekrarlayarak nübüvvetten paylarını alırlar.”
“Nübüvvet yanında akıl yetersizdir ve sınırlı bir işleve sahiptir. Akıl, vahyi kabul ettiği ve onu bize aktardığı ölçüde gerekli ve geçerlidir. Bundan öteye geçmemeli ve sınırlılığını bilmelidir.” “Hülasa nebiler (peygamberler) kalp hastalıklarının hekimleridir. Aklın faydası ve işi, bize bu hususu bilmek, nübüvveti tasdike delalette bulunmak, kendisinin nübüvvet gözüyle idrak edemediğini kabul etmektir. Aklın hududu ve sahası buraya kadardır.” “Gerçek ilim, günahın öldürücü bir zehir, ahiretin de dünyadan daha hayırlı olduğunu öğretendir.” Gazali’ye göre insan aklının gücü işte bunlarda sınırlıdır.
Riyazi/Fen bilimler adı verilen hesap, hendese, matematik ve astronomi gibi bilimlerin tehlikelerini de Gazali şöyle açıklar: “…Birincisi, bunları mütalaa eden, inceliklerine… hayret eder bu nedenle filozoflara karşı inancını kuvvetlendirir… sonra onların küfür ettiklerinin, Allah’ı inkarda bulunduklarını ve şeriata dayanan dillerde dolaşan bazı hususları hor gördüklerini işitir. Sadece taklitle kafir olur ve din hak bir şey olsaydı, riyazide tetkik sahibi olan bu kimselerde gizli kalmazdı. Bu ilimlerde pek fazla meşgul olanları men etmek lazımdır. Çünkü bunların din ile alakaları yoksa da felsefeye ait ilimlerin başlangıcı olduğundan kötülükleri ona da geçer. Bu ilimlerde pek fazla meşgul olup ta dinden çıkmayana ve takvadan uzaklaşmayan kimseler azdır.”
Gazali’ye göre, fen bilimler ancak, dinsel doğmaları destekleyecekse uğraşılmalıdır. Bu bilimlerle ilgilenmenin ön koşulu “tabiatın Allah tealanın emri altında olduğu, kendisinin bir şey yapmayıp bilakis, yaratan tarafından yaptırıldığının; güneş, ay, yıldızlar ve diğer eşyanın onun emrinde tabi olduğunun ve bunların bizzat kendiliğinden bir fiilleri olmadığının bilinmesidir.”
İslam Düşünürlerine Göre Felsefe
Düşünce ve bilimin gelişmesini sağlayan en önemli konu kuşkusuz soru sormak ve sorulara yanıt aramaktı. Özellikle “neden” “niçin?” soru sormak ve sorulara yanıt aramaktı. Özellikle “neden” “niçin?” soruları soran felsefe bilimin gelişmesine büyük katkı sağlamıştı. Felsefeye İslam düşünürleri nasıl bakmışlardır? Bu konuda ünlü İmam Gazali‘nin bu düşüncelerine, daha bir çok İslam düşünürü de katılmıştı.
Mevlana: “Filozofun söz söylemeye kudreti yoktu. Eğer laf ederse, din ehli onu perişan eder.” “Filozofların mezheplerinin o kadar değeri yoktur. İnsan kan ile değil, Tanrı ile yaşar” demektedir. İranlı Şebusteriise felsefe için şunları söyler: “Felsefenin iki gözü de şaşı da onun için Tanrıyı bir görmez.” Şems-i Tebrizide; “Cehennemlik insanların çoğu da filozof ve bilginlerdendir: “Çünkü onların çok uyanık ve akıllı olmaları, kendilerine perde olmuştur.” (41) Birunide; “Bugün filozoflar hatta adı “S” harfiyle biten kimseleri küfür ve zındıklığa nispet ediyorlar…” demişti. Gazali’ye göre; “İlahiyatçı olan filozoflar 17 soru da sapıklığa, 3 soruda küfre düşmüşlerdi” demektedir.
Ünlü Endülüslü İbn Rüşt, felsefe ile dini uzlaştırmaya çalışmıştı. İ. A. Çubukçu’ya göre; “Felsefeyi ilim dine, din de felsefeye uygundu.”İbn Tufeylî’de dinle felsefeyi uzlaştırmak isteyen İslam düşünürleriydi. Ona göre şeriat ve akıl ilahi gerçekti.” Merkezi Basra’da olan “İhvan üs Sefa” derneğinin “Felsefeli bir din kurmak için çalışmaları özellikle eski Yunan ve Roma felsefesinin yaygınlaşmasını sağlayacaktı. 8-9 yüzyıllarda yaşamış Kindi, felsefeyi savunarak; “Felsefenin amacı, her şeyi gerçekleriyle bilmektir” dese de, Aristo felsefesinin İslam uymayan yanlarını reddediyordu.
Büyük Yüzyılda Avrupa’da Din-Bilim Çatışması
Kopernik(1473-1543), “Dünya güneşin çevresinde dönüyor” tümcesini ortaya attığı zaman, hem dini, hem de bilim çevresinde korkunç yankılar yapmıştı. Kilisenin büyük tepkisini çeken Kopernik aslında bir papazdı. Kopernik, kitabının basımını ancak öldüğü yıl kabul etmişti. Kopernik’in düşüncelerini kabul eden Brunodinsizlikle suçlanıp 8 yıl hapislerde süründü. Sonunda ünlü “kan akıtmaktan cezalandırmak” kaydıyla idama mahkum oldu ve odun yığınları üzerinde yakıldı… Kopernik sistemi, engizisyon yargıçlarının gazabına uğrar ve sistem, dinsizce ve sapıklık gibi ilan olundu. Bu sisteme ilişkin tüm kitaplar da yasaklandı.
Descartes(1596-1650), fizyolojide Hürvey’in o sıralarda keşfettiği kan dolaşımını benimseyip kitabına almıştı. Ancak Utrecht Üniversitesi’nin tutucu üyeleri toplanarak, Descartes’in kan dolaşımı ile ilgili bilimsel yasasını, Protestan mezhebine zararlı ve devletin barış ve düzenini bozacak bir bilim ve felsefe olduğuna ve Descartes’i ise bu cüretkarlığı nedeniyle yargıç önüne çıkarılıp daha sonrada kitaplarının yasak edilmesi konusunda hükümeti kandırmışlardı.
“Ünlü Alman filozof Baruch Spinozada, düşünceleri nedeniyle öldürülmeye kalkışılmış ve gıyabında aforoz edilmişti. Oysa Spinoza, İslam’daki tasavvuf düşüncesini bir benzeri olan ‘vahdet’i vücut’çu bir görüşü savunmaktaydı.
17. yüzyılda Fransa’da Oratoiro papazlarından Richard Simon’un yayınladığı kitapta, 5 kitabın Musa’nın kitabı olmadığını savununca ünlü Bosud, kitabın yok edilmesi için kraldan buyruk almıştı. Oratoiro ise manastırdan kovuldu.
Güney Afrika’da, Colenzoadlı bir papaz 1862 yılında yayınladığı kitabında dinsel eleştirilere yer vermesi üzerine hücuma uğramış ve adı “Kötü Piskopos”a çıkmıştı. 1860 yılında da 7 din adamının yayınladığı kitap da hücuma uğramıştı. Yazarlardan “Cehennem azabının sonsuz olmayacağını savunan ikisi papazlıktan, kilise mahkemesinin verdiği kararla, bir yıl için çıkarıldı.
20. yüzyıl başlarında dahi kilise yumuşamamıştı. Örneğin; papaz Loisy’in savunduğu ‘vahdet-i vücut’çu görüşlerinden dolayı aforoz edilmişti.
Gelecek sayıda;
“İslam’ın, Bilim Çatışması, İslam Bilim ve Sanat İnsanlarının, Din Adına Cezalandırılmaları”