Her şehirde yaşayana şehirli denmez… Şehirli olmak, bir kültür işidir. Yarım asır şehirde yaşayıp da şehirli olamayan insanlar çoktur. Ancak bunun sorumlusu şehirli olamamış hemşerilerimiz değil, bu şehrin yöneticileridir… Bu hafta sizlerle kent kültürü üzerine söyleşmek istiyorum.
Kişilerle mekânlar arasında romantik bir bağ vardır. Kişiler, çocukluğunun geçtiği mekânlar çok kötü olsa da, yeni ve farklı hatta çok daha güzel bir şehre, mekâna taşındığında bile mutlu olmaz. Her zaman çocukluk yıllarının geçtiği mekânı arar. Uzun süre mekânla kişi arasında bir uyum sağlayamaz. Kişi bu yeni mekânda kendisini yabancı hisseder…
Yerel yöneticiler, yönettikleri şehre, çok farklı mekânlardan kopup gelen hemşerilerimize, halen yaşadıkları ve nesiller boyu yaşamak istedikleri bu şehri tanıtmalı ve onu sevmesini sağlamalı. Çeşitli kent ve kasabalardan gelen insanlar Bursa’yı sevip mutlu olamazsa, kentte yapılan eserleri de koruyamayız…
Midas’ın her tutuğu altın oldu
Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa’da yaşayanlar Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı… Orta yaştaki Bursalılar için, çocukluk yıllarındaki şehrin hızla değişmesi, başka kent ve kasabalardan kopup gelen göçmenlerde yarattığı kadar, belki de daha fazla etki yapıyor. Belki de bu nedenle, son yıllarda yayınlanan eski Bursa fotoğrafları bu kadar ilgi görüyor.
Eski Bursalıların istisnasız tümü, değişen Bursa için üzülüyor. Ama ne yazık ki, Bursa’nın bu değişmesinin de sorumlusu bizatihi kendilerinin olduğunu biliyor. Rant ve para için o tarihi evleri, mevsimine göre her tür meyve ağacının bulunduğu bahçelerimize apartmanlar diktik…
Frigya kralı Midas, oğluna yardım ettiği için, “dile benden ne dilersen” demişti tanrı Dionisos. Aç gözlü kral Midas da “her tuttuğum altın olsun” demişti ya… Sonra da her tuttuğu altın olunca Midas’ın, çevresindeki çocuklarına, sevdiklerine bile dokunamamıştı, buz gibi soğuk ve cansız altın olacağı için. Bursalılar hep bizim evlerimiz bahçelerimiz ne zaman imar planına alacak, beş kat, altı kat verecek diye diledik, bekledi yıllarca. Dileğim gerçek oldu sevgili Bursalılar, her köşe para, rant oldu. Ovamız yağmalandı, tarihi evleri yakıp yerine apartmanlar yaptık. Şimdi de, dokunacağımız herşey ranta dönüşeceği için, yıkımdan kurtulmuş Bursa’daki bazı değerlere dokunmaya korkuyoruz.
Şehir terbiyesi ne demektir?
Bir süre önce, üst kat komşularımızdan biri, çöplerini pencereden apartman boşluğuna atmıştı. İlk aşamada çok kızıp köpürmüştüm. Ancak çıkıp bu kadınla konuştuğumda, kadının hiç de kötü niyetli olmadığını gördüm. Çünkü kadın, geldiği köyünde de, çöplerini penceresinde atıyordu. Ortadaki tek sorun, bu ailenin yeni yaşam mekânı olan şehir kültürünü tanımamış olmasıydı.
Yerel yöneticiler, Bursa’ya kırsal alandan gelen yeni hemşerilerine, sadece bu kenti sevdirmek için çaba göstermemeli, onlara şehir terbiyesi ve kültürünü de öğretmelidir. Kırsal kesimden şehre gelen göçmenler için en önemli yabancılaşma unsuru da, köyden getirdiği terbiye ve kültürüyle şehirde var olan terbiye ve kültür arasındaki çelişkidir.
Ancak her şehrin terbiyesi ve kültürü de farklıdır. İşte kent kültürü denilen unsur da budur. Eski Bursa’da yaşayan şehir kültüründe, diğer şehirlere göre oldukça farklı özellikler bulunmaktaydı. Örneğin evden eve akan Pınarbaşı suyu nedeniyle bir su kültürü vardır. Hemen her evde bir müzik aleti bulunur, evlerde özellikle sanat müziği fasılları sık sık yapılır. Bursalılar dinlerine çok bağlı, ama asla tutucu değildir. zengin bir hamam kültürü ve yemek kültürü vardır.
Bursa’nın özellikleri
Bursa’nın değerleri sürekli yitip gitmekte. Belki yeni yeni değerler üretilmekte olsa Bursalılar değerlerini istiyor. Bir asır önce Bursa’nın semtleri ve bazı yakın köylerinin özellikleri şöyleydi.
İnkaya’nın fasulyesi, ayısı
Atpazarı’nın Çingenesi
Atranos’un kayağı
Ulucami’nin yazısı ve sufisi
Apolyont’ın gölü
İlbese’nin kömürü
İznik’in yeşil madeni
Ulucami’ın şadırvanı,
Çatalfırın’ın Yahudisi
Çekirge’nin hamamları…
Hisar’ın çirozu
Hamzabey’in çakalı
Zeyniler’in evliyası
Setbaşı’ın Ermenisi,
Soğanlı’nın soğanı
Samanlı’nın samanı
Samuncubaba’nın fırını
Dobruca’nın kalası
Kızıklar’ın kestanesi
Karamazak’ın Yörüğü
Kuruçeşme’nin Yahudisi
Gemlik’in Tersane
Kelesen’in baklası
Şeyhali’nin nektarı
Mollaarab’ın Tatarı
Misi’nin pekmezi, üzümü
Maksem’in kazı
Mihaliç’in peyniri
Nilüfer’in odunu
Yıldırım’ın Gürcüsü
Yenişehir’in dolabı
Değişen Bursalılık
Bursa’nın hızla kentleşmesi ve yoğun nüfus artışına karşın, kimliğini her şeye karşın korumasında yerel yönetimlerin fazla bir katkısı yok… Bursa’nın en önemli şansı, gelen nüfusun önemli bir bölümünün Rumeli’nden gelen göçmenler olmasıydı.
İki hafta önce katıldığım İstanbul’daki Göç Sempozyumu’nda, bazı kent ve semtlerde, özellikle Güneydoğu Anadolu’dan gelen göçlerin yarattığı sorunlar tartışıldı. Rakamsal istatistiklerle, bu bölgelerden yaşanan göçle sözkonusu semt veya şehirlerde gasp, kap-kaç başta olmak üzere suç oranının birkaç misli arttığı vurgulandı.
Oysa Bursa, çok daha şok edici yoğun göçler yaşamış olmasına karşın, İstanbul’a, kırsal kesimlerden gelen göçmenlerin yarattığı sorunları hiçbir zaman yaşamadı. Bu açıdan Bursa çok şanslı sayılabilir. Ancak son günlerde Kapalıçarşı önünde, turistleri bıktırırcasına mendil satmaya çalışan, ya da orada-burada boyacılık, satıcılık yapmaya çalışan, hatta kandil günleri sokağımızı kapatıp adeta zorla para toplamaya çalışan çocuklar türedi. Oysa, bu çocukların yasal olarak çalışmaları yasak değil mi, bu çocukları okullarda olması gerekmiyor mu?
Yine bazı sokakları işgal eden ve zabıtanın bile dokunamadığı işportacılar, köprü altlarında yatan balici gençler de çoğaldı… Sanırım yerel yöneticilerimiz, bu gelişmelere, İstanbul’laştığımız için sesiz kalıyor…
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç Sempozyumda yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı: “Türkiye’deki hemen tüm kırsal alanlarda alt yapı sorunlarının çözülmüş olmasına karşın, kentlerde yaşanan onca işsizliğe karşın yine de kırdan kente göçün yaşanması anlaşılır gibi değil. Altyapısı tamamlanan yüzlerce köy, bugün boşalmıştır. İstanbul’a göçler, kitaplarda okutulan o klasik tabirle “Kırın itmesi, kentin çekmesiyle” gerçekleşmiyor. Bugün İstanbul’a gerçekleşen göçün temelinde yatan en önemli gerekçe şu: Talana, yağmaya, yasa dışılığa, gasplara olan duyarsızlık. Kırsal kesimdeki aileler için İstanbul, kısa sürede ranta dönüşebilecek sonsuz işgal alanlarının bulunduğu, fethedilecek topraklar olarak görülmekte…
Ortaylı’nın İstanbul için ileri sürdüğü bu senaryo umarım Bursa için gerçekleşmez. İstanbul’da yaşanan deneyimi, yerel yöneticilerimiz iyi takip etmeli ve zamanında önlem almalı. Bursa kültüründe, asırlarca yaşamak gayesiyle kentimize gelen her hemşerimize kucağına açmak vardır. Onlara yardım ederiz. Ama bizim kültürümüzde asla, yağmacılık, gasp ve işgalcilik yoktur. Bursalılar, her zaman yasalara ve yerleşmiş değerlere saygı duyar…
Bursa Muhalif Gazetesinde yayınlanmıştır